7 Kasım 2007 Çarşamba

ahkam tefsirinde fatiha suresi (muhammed ali sabuni)

FATİHA SURESİ’NE GİRİŞ. 2

Fatiha Suresinin Fazileti Hakkında Varld Olan Hadis-i Şerifler 2

Bazı Surelerin Faziletleri İle İlgili Bir Uyarı 2

İstiaze'nin Tefsiri 3

Besmele-i Şerifin Tefsiri 3

Besmelenin Manası: 4

I. DERS FATİHA SURESİ 4

Fatiha Suresinin Lafzi Tahlili 4

Fatiha Suresinin İcmali Manası 7

Fatiha'nın Tefsırindeki İncelikler 8

Fatiha’daki Şer'ı Hükümler 10

Birinci Hüküm: Besmele, Kur'an'dan Bir Âyet Midir?. 10

İkinci Hüküm: Besmelenin Namazda Okunmasının Hükmü Nedir?. 12

Üçüncü Hüküm: Fatiha'nın Namazda Okunması Farz Mıdır?. 13

Fatiha Süresindeki Teşrii Hikmetler 15


FATİHA SURESİ’NE GİRİŞ


Fatiha suresi Mekke'de nazil olmuştur, icma ile de 7 ayettir.

Bu mübarek surenin birçok ismi vardır. Bunların en meşhur olanları ise şunlardır:

1. El-Fatlha: Kur'an-ı Kerime Fatiha suresi ile başlanır. Elimizde bu­lunan Kur'an-ı Kerimlerde -yani nüzul sırasına göre değil, tertip sırasına göre- surelerin birincisidir. İbn-i Cerir-I Taberî, «Kur'an-ı Kerimlerin yazılı­şına onunla başlandığı ve namazlarda önce o okunduğu İçin Fatihatü'l-Kitab olarak adlandırılmıştır.»[1] demektedir.

2. Ümmü'l-Kttab: Kur'an-ı Kerimdeki asıl gayeleri ihtiva ettiği İçin «Ümmü'l-Kitab» denilmiştir. Fatiha suresi, Allah (cc)'ın methini, Rab oldu­ğunun isbatını, ibadetin ancak O'nun emri ve nehyi İle oluşunu, hidayet İstediğini, imanda sebat etmeyi, geçmiş ümmetlerin kıssalarının' bildirilme­sini, iyi insanların yücelme yerleri ile kötü insanların alçalma yerlerine va­kıf olunmasını ihtiva ettiği için, diğer surelere nlsbetle ümm: ana diye ad­landırılmıştır. Ümm kelimesi birçok yerde kullanılmaktadır. Mesela, Mek-ke-i Mükerremeye Ümmü'l-Kurâ (köylerin anası) denilmektedir. Çünkü di­ğer yerler ona tabidir. Harp sancağına da ümm denmesi, askerin öncüsü olmasından, askerin ona tabi olmasındandır. Büyün yaratıkları üstünde ve İçinde barındırdığından toprağa da ümm denilir. Şairin ifadesiyle, «Top­rak, üzerinde yaşadığımız yer ve anamızdır. Toprakta doğar ve ona gö­mülürüz.» [2]

3. Es-Seb'ül-Mesâni: Fatiha suresi namazda tekrarlanan 7 ayettir. Namaz kılan, namazın her rek'atında onu okur. Bir gurup sahabiye göre. «Andolsun ki biz sana (namazın her rek'atında) tekrarlanan yedi ayet-l ke­rimeyi verdik.» ayet-i kerimesinden murad Fatiha süresidir. Kurra ve ule­manın icması İle de yedi ayettir.

Allâme Kurtubî, Ahkâmü'l-Kur'an İsimli tefsirinde. «Fatiha suresinin onikl ismi vardır. Bunlardan eş-Şifa, el-Kafiye, el-Vafiye. el-Esas. el-Hamd... ilh. isimleri ya Resulallah'ın (sav) muvafokati ile veya sahabe-i kiramın iç­tihadı iledir.» derken. Seyyld Mahmud el-Alusî de «Bazı alimler, Fatlha'-nın yirminin üzerinde ismini saymışlardır.» [3] demektedir. [4]



Fatiha Suresinin Fazileti Hakkında Varld Olan Hadis-i Şerifler


Birincisi: Buharînin Sahlh'lnde Mualla oğlu Ebl Sak) şöyle demekte­dir: «Mescidde namaz kılarken Resulallah beni cağıroı. Namazımı bitirin­ceye kadar Resulallah'ın davetine icabet edemedim. Namazın arkasından huzuruna gidince Resulallah, «Niçin gelmediniz?» diye sordu. «Namaz­daydım.» cevabını verince, «Allah'ın şu emrini bilmiyor musun» diyerek «Ey İman edenler, sizi, size hayat verecek şevlere davet ettiği tamah Allah (cc) ve Resulüne (sav) İcabet edin.» ayetini okudu ve devamla. «Sana mescldden çıkmadan önce Kur'anın en büyük suresini öğreteceğim» bu­yurdu. Sonra elimi tutarak mescldden çıkmak istediler. Bunun üzerine, «Siz bana. Kur'anın en büyük suresini öğreteceğim, demediniz mi?» de­yince Resulallah, «Hamd olsun Alemlerin Rabbl olan Allah'a» buyurarak, «Tekrarlanan yedi ayeti) bu sure ile bana azim olan Kur'an geldi.» dedi. [5]

İkincisi: İmam Ahmed Müsned'lnde şöyle rivayet etmektedir: Ka'b oğlu Übeyy. Resulullah'a (sav) ümmü'l-Kur'anı, yani Fotiha'yı okuyunca Peygamber efendimiz (sav): «Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki bu surenin benzeri ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da ve ne de Kur'anda yoktur. Tekrarlanan yedi ayetli bu sure ve azim olan Kur'an bana geldi.» buyurdu. [6]

Üçüncüsü: Müslim. Sahih'inde Ibni Abbas'tan naklen şöyle diyor: «Cebrail cleyhisselam, Resulallah (sav)'ın yanında otururken yukarıdan bir ses duydu. Cebrail aleyhisselam başını kaldırarak şöyle dedi: «Gökten bugüne kadar hiç açılmayan bir kapıdan yeryüzüne ilk defa gelen bir me­lek indi.» Bu melek Resulallah (sav)'a selam vererek, «Senden evvel hiç­bir peygambere verilmeyen iki nurla seni müjdeliyorum. Birisi Fatihatü'l-Kitap, diğeri Bakara suresinin son ayetleridir. Sen onlardan bir harf de okumuş olsan, onlar sana verilmiştir.» dedi.

Yukarıda aktarılanlar, Fatiha'nın fazileti üzerine en sahih rivayetlerdir. Bunlardan başka sahih ve zayıf olan rivayetler varid olmuşsa da naklet­tiklerimiz sözü uzatmaya İhtiyaç bırakmamıştır. Başarı Allah (cc) "tandır. [7]



Bazı Surelerin Faziletleri İle İlgili Bir Uyarı


Allâme Kurtubî, El-Camiü Il-Ahkamü'l-Kur'an İsimli tefsirinin surelerin faziletleri İle ilgili kısmında bazı uyarılarda bulunmuştur. Bu uyanlardan bazı pasajları aynen aktarıyoruz: «Kur'an-ı Kerimin ve ibadetlerin fazilet­leri hakkında mevzu hadisler İle batıl haberler veren ve icat edenlerin sözlerine bakmayınız. Çünkü bunlar değişik amaçlarla yalan ve İftirada bulunmuşlardır.»

«Mesela zındıklar (ölümden sonra dirilmeye inanmayan, inkar eden­ler), müslümonların kalblerlne birtakım şüpheler düşürmek için; bir kısım insanlar da halkı ya kendi istikametlerine yöneltmek, ya da kendi görüş­lerini takviye etmek için hadis uydurmuşlardır. Hatta Harici alimlerden bi­risi, tevbe ettikten sonra, «Herhangi birşeyln yapılmasını arzu ettiğimiz za­man hemen o iş hakkında bir hadis uydururduk.» demiştir.

«Başka bir gurub insan da, kendi anlayışlarına göre, güya Allah (cc) rızası için hadis uydurarak, halkı faziletli amellere teşvik etmişlerdir. Kur'an-ı Kerimin sureleri hakkında ayrı ayrı hadisler uydurarak güya fa­ziletlerini bildiren Nuh Merzevî isimli bir alime «Niçin mevzu hadisler va­zettiniz?» diye sorulduğunda, «Halkın Kur'an-ı Kerimi okumaya gereken önemi vermeyip sırt çevirdiğini, özellikle İmamı azam'ın fıkhı ve ibnl is-hak'ın tarihiyle meşgul olduklarını görünce Hak rızası İçin hadis uydur­dum.» demiştir. Zındıklarla din düşmanlarının bazı konularda uydurduk­ları hadislerden mutlaka sakınılmalıdır. İslama ve müslümontara en büyük zararı, zahid geçinip, güya Allah rızası için. hadis uyduranlar vermişlerdir. Halk, mevzu hadis vazedenleri samimi zannederek onlara yönelmiş ve ha­dislerini kabul etmiştir. Bu kimseler davranışlarıyla hem kendileerini, hem de halkı saptırmışlardır.» [8]



İstiaze'nin Tefsiri


İstiaze, -yaramaz ve kötü kişilerden- Allah'a sığınmadır. Cenabı Allah (cc):«Haydi Kur'an okuduğun (okumak istediğin) zaman kovulmuş şey­tandan Allah'a sığın.» (Nahl: 98) ve «Şüphesiz ki ben, beni taşlamanızdan, benim de Rabblm, sizin de Rabbiniz (olan Allah)a sığındım.» (Duhan: 20) buyurmaktadır.

Lisanü'l-Arap'ın yazarı, Avz maddesini incelerken, Istiazenin de avz kökünden geldiğini ve sığınma anlamını taşıdığını şu hadis-i şerifi nakle­derek teyid eder: «Araplardan bir kadınla evlenen Resulallah (sav), yatak odasına girdiği zaman evlendiği kadın, «Ben senden Allah'a sığınırım» der. Resulallah (sav): «Büyük bir sığınağa sığındığından dolayı seni bırak­tım. Akrabalarının yanına git.» [9] buyurur.

Şeytan kelimesi, dikkofalı ve asi olarak Allah'tan uzaklaşan anlamın­dadır. Kurtubî, «Şeytana, Allah (cc)tan uzak olduğu için şeytan denilmiş­tir. Cinlerden ve insanlardan da isyankar olanlara şeytan denildiği malum­dur.» demektedir. Şeytanların sadece cinlerden olmayıp insanlardan da olabileceğin) Cenabı Allah, «Biz, (sana yaptığımız gibi) her peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık...» (En'am: 112) aye-tlyle bize bildirmektedir.

Hz. Ömer (ra) birgün merkebe bindirilmiş. Bir müddet gittikten son­ra, «Beni indiriniz. Beni şeytana bindirdiniz.» demiştir. [10]

Recim kelimesi, lügatta «taşlanılacak şey» anlamındadır. Kurtubî, «As­lında taş ile atmak anlamında olan recim kelimesi öldürmek, lanet etmek, kovmak ve sövmek manalarına da gelir. Bu manaların tümünün Kur'anda. «Dediler ki: Ey Nuh, sen (bu dediğinden) vazgeçmezsen muhakkak ki taş­lanmışlardan olacaksın.» (Suara: 116) biçiminde ifade edildiği söylenmiş­tir.» [11] der.

Öyleyse şeytânirrâciym ifadesinin anlamı, Allah (cc)ın rahmetinden kovulmuş ve uzaklaştırılmış demektir. Eûzu'nun manası, şeytanın şerrin­den Allah (cc)a sığınır ve O'nunla korunurum demektir. Beni yoldan çı­karmaya, saptırmaya ve zarar vermeye çalışan şeytanın şerrinden Semi, Alim ve Hâlık olan Allah) cc) ile korunurum. Çünkü onun şer ve zararından insanı ancak alemlerin Rabbi olan Cenabı Hak korur.[12]



Besmele-i Şerifin Tefsiri


isim kelimesi, lügatta bir görüşe göre yükseklik, diğer bir görüşe göre de alamet ve belirti manalarına gelir. Kurtubî, isim kelimesiyle ilgili ola­rak, «Yükseklik ifade eden anlam daha sağlamdır.» [13] demektedir. İsmin çoğulu esma'dır. Nitekim Cenabı Allah (cc) Kur'an-ı Keriminde «Esmaül-Hüsno» (en güzel isimler) diye tabir etmiştir. Bismillah'taki bâ yerine gö­re uygun ve hazfolunan bir fiile yöneliktir.

Herhangi bir yazar, kalemi eline alırken «Bismillah» dedimi, onun kastı, «Allah'ın adının yardımı ile yazıyorum»; sofraya oturan kişi, yemeğe1 başlamadan önce «Bismillah» dedimi, onun kastı, «Allah'ın isminin yardı­mı ile yiyorum» demektir. Bunun gibi herhangi bir işin başlangıcında «Bes­mele» okunduğu zaman o işe uygun bir fiili de ifade etmiş olur.

Resulallah (sav) da «Her hayırlı İşe besmele ile başlanmazsa o işten hayır gelmez.» buyurmaktadır.

Kurtubî, besmele ile ilgili olarak şöyle demektedir: «Bismillah kelime­si çok kullanıldığı için «bi ismi» biçiminde okuma yerine «Bismillahi» şek­linde okunur Ancak «ikra bl ismi Rabbike» (Rabbinin ismi ile oku) ayeti az okunduğu için elif ile yazılmıştır.» [14]

Allah, varlığı vacip olan mukaddes Zat'ın has ismidir. Bu sebeple O'-ndan başkasına verilemez.

İbni Kesir, «İsm-i azam olduğu söylenen Allah kelimesi, Rabbin alemi, yani nişanıdır. Bütün sıfatlar ile vasıflanan Allah İsmi ile ilgili olarak Kur'anda «O, öyle. bir Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir Tanrı yoktur. (O), mülk ve melekutun yegane sahibidir. Noksanı mucip herseyden pak ve münezzehtir. Selam ve selametin ta kendisidir. Emn ü eman veren­dir...» (Haşr: 23) buyrulmaktadır. Burada geçen bütün isimler lafza-j ce­lalin sıfatları gibidir. Allah ismi, kendisinden gayrısına konulmamıştır.» der.

Kurtubi de. «Allah ismi bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Zat-I kibriyanın en büyük ismidir. Hem Uluhiyete, hem de Rububiyete ait sıfatlan toplayan, varlığında tek olduğunu ifade eden en büyük isim Allah (cc) tır. Mabud yoktur, sadece noksan sıfatlardan münezzeh olan Mlah )cc) vardır.» [15] demektedir.

Allah kelimesi herhangi bir kökten türemeyip Cenabı Hakkın has is­midir. Ebu Hayyan'ın dediği gibi alimlerin çoğu bu görüştedir. Bazı alim­ler de Allah kelimesinin bir kökten türemiş isim olduğu görüşündedirler. [16]

Ibnl Cevzî'ye göre, «Alimler, Allah ismj olan lafızda ihtilaf etmiştir. Ba­zısı müştak, bazısı da müştak olmayan bir isimdir derler. Nahiv alimlerin­den olan Halil'den bu konuda iki görüş nakledilmektedir. Bunlardan birin­de müştak, diğerinde müştak olmadığı söylenir. Allah lafzının ibadet ma­nasına olan «ilahen kökünden türetlldiği ifade edilir. Bazı cimlere göre de hayret anlamını taşıyan «velehe» kökünden türetilmiştir. Çünkü kulların kalbi Allah (cc)a meyleder ve O'nunla hayrete düşer.» [17]

Sahih olan şudur: Allah lafzı hiçbir kökten alınmamıştır. Allah (cc)ın mukaddes Zat'ına has bir isimdir. Hiçbir varlık bu isimle adlandırılmamış­tır. Bundan dolayı Allah lafzının çoğulu yoktur. [18]

Rahim ve Rahman isimleri yüce Allah (cc)ın adlarından olup «Rah­met» kökünden türemişlerdir. Bazı alimlere göre de bu iki İsim, Cenabı Hakk'ın has adlarındandır ve herhangi bir kökten türememişlerdir.[19]



Besmelenin Manası:


Besmele, Bismillâhirrahmanırrâhîm'dir. «Ben Allah'ın ismini zikr ile herşeyden büyük ve yüce olan Cenabı Hakk'ın bütün işlerimde yardımını bekleyerek başlarım. Zira Cenabı Allah (cc) herşeye kadirdir.» anlamında­dır.

İbn-i Cerir-i Taberî şöyle der. «Zikri yüce. isimleri mukaddes olan Al­lah (cc). muhakkak elçisi Muhammed (sav)e en güzel isimlerinin her İşin ve sözün başlangıcında okunmasını öğretmiştir. Bu öğretiş Cenabı Allah'­ın bütün kulları için itibar edecekleri bir yol olmuştur. Besmele, bütün ko­nuşmaların, mektupların, kitapların kısaca bütün işlerin başlangıcında söylenir. Hatta insan başlangıçta Bismillah dedimi, neye başladığını da ifade etmiş olur. Besmele çektiği zaman, eğer bu çekiş bir sureye başla­madan olmuşsa kıraati, ayağa kalkmak için ise kıyamı, özetle ne iş yapa­cak, ne söyleyecek ise Besmelenin başlangıcında muradı meydana çıkar. [20]



I. DERS FATİHA SURESİ


Bismillâhirrcmmanirrâhim

1-3-Hamd olsun -Alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, Din Gününün (tek) sabibi ve mutasarrıfı- Allah'a.

4-Yalnız sana ibadet (kulluk) eder, yalnız senden yardım isteriz.

5-7-Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet gaza­ba uğrayanlarmkine, sapıklannkine değil.



Fatiha Suresinin Lafzi Tahlili


(Elhamdülillah): Hamd. tazim yönüyle güzel bir şekil­de Allah (cc)ı methetmektir.

Kurtubi, «Arap dilinde hamdin anlamı, mükemmel bir surette methet­mektir. Hamd kelimesinin başına «el» eki takılması hamd çeşitlerinin hep­sini ihtiva etmesi İçindir. Bütün çeşitleri ile mutlak methin tümüne layık olan yalnız Cenabı Hakk'ttr. Yermenin aksi olan hamd, şükür kelimesinden daha şümullüdür.

Şükür, bir nimet karşılığında yapıldığı halde Hamd, ister nimet olsun ister olmasın yapılır. Mesela, yiğitliğini ve ilmini methettim denilir. Şükür ise ancak bir ihsanın (iyiliklerin) karşılığında yapılır.

Hamd, dille yapılır. Şükür ise kalb. dil ve azalarla yapılır. Şairin dedi­ği gibi, «Tarafınızdan bana verilen nimetlerin karşılığını üç şeyle ifade ederim, elim, dilim ve perde arkasındaki kalbimle.»

Taberî, hamd ile şükrün aynı anlamı İfade ettiklerini söyler. Zira hamd, bir kimseden bir iyilik görülmeden de, onun vasıfları sebebiyle yapı­lır. Şükürde iyilik yapan, yaptığı iyilikten dolayı sena edilir» [21] der. Kur-tubi'nin bu sözleri de hamd'in şükür'den daha kapsamlı olduğunu göster­mektedir.

(Rabbi'l-alemîn): Rab, lügatta terbiye manasında

dır. Terbiye ise herhangi birşeyi eğitmedir. Herevî'ye göre birşeyi ıslah (düzeltme) edene veya tamamlayana onu terbiye etmiş derler. Bunun için devamlı kitaplarla uğraşanlara «Rabbâniyyun» denir. [22]

Rab kelimesi, terbiye kökünden türetilmiştir. Allah (cc) İnsanları eğitir ve yönetir. Rab. malik, muslih (düzeltici), efendi ve itaat olunan gibi bir­çok manalara gelir. Mesela, «şu develerin rabbi» denildiğinde «develerin sahibi» anlaşılır.

Rab kelimesi Allah (cc)ın dışında izafesiz kullanılmaz. Bir hadis-i şe­rifte kölelere hitaben Resulallah (sav), «Sizden biriniz bir diğerine «Rab-blne sofra hazırla, abdest aldır» veya biriniz efendisine «Benim rabblm» demeyip, «efendim» desin.» [23] buyurmuştur.

Rab, mabud (tapılan) manasına da kullanılmaktadır. Şair şöyle der: «Tilkilerin üstüne pislediği rab mıdır? Andolsun tilkilerin üstüne pislediği zelil olmuştur.» [24]

Rab. aynı zamanda efendi, itaat olunan manalarına da kullanılır. Ni­tekim Allah (cc), «Ey zindan arkadaşlarım (rüyalarınıza gelince:) Birini» efendisine (rabblne) şarap içlrecek...» (Yusuf: 41) buyurmaktadır.

Rab. yine düzeltici. ıslah edici mandarına da gelir. Şair şöyle der: «Terbiye eden (muslih) o kişi ki, hayırlı iş öğretir. Ona bilinen ve İste­nilen birşey sorulduğunda cevap verir ve noksanları tamamlar.» [25]

(El-Alemîn): Alemin, bir cins isim olan alem kelime­sinin çoğuludur. Aslında alem kelimesi de çokluk ifade eder ve aynı kök­ten gelme bir tekil biçimi yoktur. Rehd ve enam kelimeleri gibi.

Ebussuud Efendi bu kelimeyle ilgili olarak «Âlem, hatem ve galip keli­meleri gibi, onunla bilinen şeyin ismidir. Yüce Yaratıcımızı tanıtan, gös­teren varlıklardan her birisine alem denir.» der.

İbni Cevzi ise. «Alem kelimesi, Arap diline vakıf olanlara göre Allah (cc)ın yarattığı ilk varlıktan son varlığa kadar bütün mevcudata verilen İsimdir. Mütefekkirlere göre yerde, gökte ve kainatta bulunan varlıkların hepsine alem denir.

Alem kelimesinin kökü hakkında iki görüş vardır. Birincisi lügatcıların (dil bilginlerinin) görüşüdür. Buna göre alem kelimesi «ilim» kelimesin­den türemiştir, ikincisi de mütefekkirlerin görüşüdür. Bu görüşe göre 'K alem kelimesinin kökü, «alamet» kelimesidir.» diyor. [26]

Kainattaki her varlık ayrı ayrı yönetici, yaratıcı ve Hakim olan Allah (cc)'ı gösterir. Ona işaret eder. Bu hakikati şair şöyle dile getirir: «Ben! hayrete düşüren şudur, günahkar kişi Allah'a nasıl isyan eder?/lnkareı, Allah'ın varlığını nasıl inkar eder?/Çünkü her hareket, her duruş ebedly-yen O'nun varlığına şahidlik eder/Herşeyde Allah'ın birliğine işaret eden bir ayet vardır.»

ibni Abbas'a göre «alemîn»den kasıt insanlar, cinler ve meleklerdir. [27]

Ferra ve Ebu Ubeyde'ye göre ise insanlar, cinler, melekler ve şeytan­lardan meydana gelen akıl sahibi dört sınıfa «alem» denir. Zira bu ke­limenin «alemin» biçimindeki çoğul şekli Arap dilinde özellikle akıl sahip­leri İçin kullanılır. Nitekim şair A'şa'mn «Ben onların benzerini aleminde duymadım.» [28] mısrası da bunu gösterir.

Alimlerin bir kısmı ise insanlar, cinler, melekler, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar gibi mahlukatın her sınıfının birer alem olduğu görüşün­dedir. Fatiha suresinde «Rabbi'l-alemîn» ifadesinin kullanılması bütün bu sınıfları ihtiva ettiği içindir.

(Er-Rahman er-Rahim): Rahmet kökünden türeyen Rah­man ve Rahim kelimeleri Allah (cc)ın isimlerindendir. Rahman, nimetlerin en büyüğünü. Rahim ise en dakik (ince, hassas) olanını veren demektir. [29]

Mübalağa ifade eden «Fa'lan» kalıbından olan Rahman ismi. rahmet­te eşi. benzeri olmayan manasındadır. El-Hitabî'ye göre Rahman, tüm mümin ve kafirleri İhata eden, onlara hayat ve rızık veren Zat'a, Allah'a denir.

Rahim sıfatı İse yalnız müminlere hastır. Nitekim bunu «O, müminleri çok esirgeyicidir (rahim).» ayetinden anlamak mümkündür.

Rahman ismi yalnız cenabı Hakk'a mahsustur ve O'ndan başkasına verilemez.

Rahim İsminin başka varlıklara da verilebileceğini Cenabı Hakk'ın Resulallah'ın vasıflarından bahseden «...Müminleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır o.» (Tevbe: 128) emri göstermektedir.

Kurtubî, Rahman ismiyle alakalı olarak şöyle demektedir: «Alimlerin çoğuna göre Allah (cc)ın dışında herhangi bir kimseye Rahman ismi ve­rilmesi doğru değildir. Çünkü Rahman sıfatı yalnız O'na has bir İsimdir.»

«De ki: «Gerek Allah diye (ad verip) çağırın, gerek Rahman diye (ha-blblm) (ad verip) çağırın...» (isra: 110) buyuran cenabı Hakk, kendine has olan ve hiçbir ortak kabul etmeyen Allah ismine eş olarak Rahman adıyla da çağrılmasını İsterken, «Senden evvel gönderdiğimiz peygamberlerimize sor: Biz Rahman'dan başka tapılacak tanrılar yapmış mıyız?» (isra: 110) emriyle de Rahman'ın ibadete layık olduğunu haber vermektedir. Bu da göstermektedir ki. Rahman adı yalnız Allah'a has bir isim olabilir.

insanlardan yalnız Müseylemetü'l-Kezzab (yalancı peygamber) -Allah'­ın laneti ona olsun- kendisine «Rahmanü'l-Yemame» (Yemame şehrinin Rahmanı) ismini vermiştir. Bu zata Rahman adını kullanıncaya kadar Kezzab denilmiyordu. «Rahmanü'l-Yemame» adını kullanmaya başladıktan sonra cenabı Hakk, Kezzab ismini öyle yaygınlaştırdı ki, bu isim Müseyll-me'yi tanıtan bir sembol oldu. [30]

(Yevmi'd-Din): Yevmi'd-Din, din günü, ceza günü ve hesap günü anlamlarına gelir. Cenabı Hakk, din gününde bir mülk sa­hibinin kendi malında yapmış olduğu tasarruf gibi tasarrufta bulunur.

Lügatta ceza manasında kullanılan din kelimesini Resulallah (sav) bir hadls-i,Şeriflerinde şöyle kullanmaktadır: «istediğini yap. Yaptığın gibi cezalandırılırsın.»

Llsanü'l-Arap'ta, «Din, ceza ve mükafat manasınadır. Din günü. ceza günü demektir. Nitekim Kur'anda, «...Hakikaten biz mi cezalanmış ola ooğız?» (Saffet: 53) denilmektedir..Deyyan kelimesi din kökünden gelir ve Allah (cc)ın bir sıfatıdır.» [31] denmektedir.

Şair Lebid de şöyle der: «Sen ektiğini birgün biçersin. Elbette ki genç kişi ceza verdiği gibi birgün de cezalanacaktır.» [32]

(iyyâke nağbüdü): Yalnız sana ibadet (kulluk) ederiz.

Kulluğun manası kişinin kendisini Allah (cc)ın huzurunda küçültmesi, al-çaltmasıdır. Zemahşerî şöyle der: «ibadet, tevazu ve zilletin en sonudur. Mesela Araplar, sağlam bir kumaşa «Sevbün zü abedetin» (Çok sağlam kumaş) derler. Bundan dolayı Allah (cc) için yapılan tüm hareketlere iba­det denir» [33]

lyyake nağbüdü'nün manası özetle, «Ancak sana eğiliriz. Zira sen her türlü tazime layıksın. Senden başka hiçbir şeye ibadet etmeyiz.» demek­tir.

(ve lyyâke nesteıyn): (Yalnız senden yardım iste­riz.) istiâne, yardım istemek demektir. İbni Abbas'tan (ra) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: «Dile­diğin herşeyi Allah (cc)tan dile. Eğer yardım istersen yine sadece Allah (cc) tan iste.»

Bu cümlenin toplu anlamı şudur. Ya Rabbi, itaatta, kullukta ve bütün işlerimizde yalnız senden yardım isteriz. Bize yardım etmeye senden gay­rı kimsenin gücü yetmez. Kafirler senden başkasından yardım isterlerken biz. yalnız senden yardım isteriz.

(İhdinâ): (Bizi ilet) İhdina. bir dua fiilidir ve buradaki anldmı. «Sana yaklaştıracak hidayet yolunu bize gösterndir. Hidayet, lügatta delâlet (kılavuzluk) manasına gelir. Nitekim Allah (cc): «Semud'a gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etti­ler...» (Fussllet: 17) buyurmaktadır.

Hidâyet, irşad ve imanın kalbte yerleşmesi anlamlarına da gelir. Bu­nu. «Hakikat sen (Hablblm, her) sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin. Fa­kat Allah'dır ki, kimt dilerse ona hidayet verir ve O, hidayete erecekleri daha iyi bilendim. (Kasas- 56) ayetinde görmek mümkündür. Resulullah (sav)ın «Hadi denildiği zaman Allah (cc) yoluna kılavuzluk yapan demektir.» şe­refli sözünü Cenabı Hokk'ın. «...Şüphesiz ki sen herhalde doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun.» (Şura: 52) buyruğu doğrulamaktadır. Demek ki. Resulullah (sav) imanı insan kalbine bizzat koymaz, sadece konmasına kılavuzluk eder.

(Sırat el-mustakîm): (Doğru yola) Sırat kelimesi, yol manasındadır. Cevheri de bu görüştedir. Şair de kelimeyi şöyle kullanmıştır: «Ben onları acık bir yola (sırat) şevkettim.»

Kurtubî'ye göre. Arap dilinde sırat, yol manasındadır. Tufeyl oğlu A-mir de şiirinde sıratı yol karşılığında kullanmıştır: «Biz. onların toprakları­nı atlılarla doldurduk, öyle ki, topraklarını, yoldan (daha beter çiğneyip) zelil ederek terkettik.»

Araplar, sırat kelimesini doğrulukla vasıflanan her söz ve işte kul­lanmışlardır. Kelime Fatiha suresinde ise. «İslâm dini» karşılığında kul­lanılmıştır.

Müstakim, eğriliği büğrülüğü olmayan şeye denir. Bu anlamı Cenabı Hak. «Şüphesiz ki, (emrettiğim) bu (yol) benim dosdoğru yoiumdur. O hcri-d* ona uyun...» (En'am: *153) emri ile doğrulamaktadır. Buna göre «Doğru yola» ifadesinin manası. «Ya Rabbî. bizi iman üzere sabit kıl. güzel İşlere muvaffak eyle ve İslâm yoluna -cennete kavuşturan yola- gidenlerden kıl» demektir.

(Enamte aleyhim): (Kendilerine nimet verdikleri­nin) Nimet, geçimin iyi olması, yani insanın dilediğini istediği zaman ve yarde temin edebilmesi demektir.

Müfessirlerin çoğu, İbni Abbos (ra)ın «Nimet verilenler» ifadesinden anlaşılan peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salih kişilerdir.» görüşüne Allah (cc)ın, «Kim Allah (cc)a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Al­lah (cc)ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, sehld-torla, sallhlerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır.» (Nisa: 69) emrine dayanarak uymuşlardır.

(El mağdûbl aleyhim): (Gazaba uğrayanlarınklne)

Gazaba uğrayanlardan murod Yahudllerdir. Cenabı Hak, bunu Kur'anda bize haber vermektedir: «Hani siz, «Ey Musa, bir çeşit yemeğe (kudret Imlvasıyla bıldırcın etine) mümkün değil dayanamayız. O halde bizim İçin flabblne dua et de yerin bitirdiği şeylerden sebze, acur, sarımsak, merci m«k ve soğan çıkarsın.» demiştiniz. (Musa da) «O hayırlı olanı «u daha atağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? (Öyle ise) bir şehre inin. Çünkü (orada) size istediğiniz (sebzeler) var.» demişti. Onların üzerine horluk v« yoksulluk vuruldu. Allah (cc)don bir gazaba da uğradılar...» (Bakara 61)

«...Allah (cc)ın lanet ve aleyhinde gozab ettiği, içlerinden maymunlar, domuzlar yaptığı kimselerle şeytana tapanlardır ki, işte bunların mevkii daha kötü ve dosdoğru yoldan daha sapıktır.» (Maide: 60)

(Ed-dâllîn): (Sapıklarınkine) Dalâl kelimesi Arap dilinde hak yoldan ve doğru bir istikametten ayrılma, yolunu kaybetme anlamını ifade eder.

Nitekim bu. Kur'anda şöyle ifade edilmiştir: «Dediler ki: «BU yerde (çürüyüp) kaybolduğumuz vakit mi, hakikaten biz mi yeni bir yaratılışta (bulunacağız?)» Evet, onlar Rablerlne kavuşmayı inkar edenlerdir.» (Sec­de: 10)

Şair de, «Kayıp olan kavmin nereye gittiğini sormuyor musun? Bel­deler sana haber versin.» mısralarında dalâl kelimesini kayıp anlamında kullanmıştır.

Dâllin'den kasıt Hıristiyanlardır. Nitekim Cenabı Hak: «De ki: «Ey kitab ehli, dininizde bokuz yere haddi aşmayın. Bundan evvel hakikaten hem kendileri sapmış, hem birçoğunu saptırmış ve (halada) doğru yoldan ayrılıp sapageimiş bir kavmin neva (v« heve)slne uymayın.» (Maide: 77) emri İle bunu bize bildirmektedir.

İmam Fahreddin er-Razi, konuyla ilgili görüşünü şöyle ifade eder: «Müfesslrlerin bazısı, «gazaba uğrayanlardan maksadın görünür amel­lerinde hata yapan her şahıs, «sapıklardan muradın da, itikadında hata yapan herkes olduğu görüşünü tercih etmektedirler. Çünkü «gazaba uğ­rayanlar» ile «sapıklar» kelimeleri genel bir mana taşımaktadır. «Gazaba uğrayanlar»ı Yahudilere, «sapıklar»! da Hıristiyanlara tahsis etmek esasa aykırıdır. Çünkü, Sanl olan Allah (cc)ı inkar etmek, O'na bazı şahıs ve güçleri ortak etmek din olarak Hıristiyanlıktan ve Yahudilikten daha çir­kin, dolayısıyla onlardan korunmak daha evladır.»

Alûsî. Fahreddin er-Razi'nin bu görüşünü reddederek şöyle diyor: «Ga­zaba uğrayanlar ile sapıklar sözlerinden açık olarak Yahudi ve Hıristiyan­ların kastedildiği sahih hadisle rivayet edilmiştir. Bu rivayet varken, buna aykırı bir görüşe dönülemez.» [34]

Kurtubî ise şöyle demektedir: «Müfesslrlerin bir çoğuna göre «gaza­ba uğrayanlar» ile Yahudilere, «sapıklar» ile de Hıristiyanlara işaret edil­diği. Hatem oğlu Adiyy'ln müslüman oluşu olayındaki hadiste tefsir edil­miştir.» [35]

Ebu Hayvanın bu hadisle ilgili görüşü şöyledir: «Eğer hadisi şerifin Hz. Peygamber (sav)den nakli sahih ise, ona dönmek, (onunla amel et­mek) farz olur.»

Bana göre. Fahreddin er-Razi'nin görüşü, hadisi red onlamı taşımaz. Tersine, onun hükmünü genelleştirerek. Yahudilik. Hıristiyanlık ve diğer tüm islam dışı inançları içine alan bir ifade ite bütün kafir ve münafıkları ayetin şümulüne almıştır.

Fahreddin er-Razi'nin görüşünü ifade eden metni aynen aktarıyorum: «Ota ki, «gazaba uğrayanlardan rnurad kafirler, «sapıklardan maksat münafıklardır. Zira Cenabı Allah, Bakara suresinin başlarında müminleri methettikten sonra sırasıyla kafirleri ve münafıkları zikretmiştir. Burada, müminler için «nimet verilenler», kafirler İçin «gazaba uğrayanlar, müna­fıklar için ise «sapıklar ifadeleri kullanılmıştır...» [36]

(Amîn): Dua ifade eden bir kelimedir. Kur'andan ol­madığı konusunda icmaa varılmıştır. Kur'anda yazılmayışı da bunu göster­mektedir. Manası. «Ya Rabbt. duamızı kabul et» demektir.

Alûsî. âmin kelimesi ile ilgili olarak şöyle demektedir: «Fatihayı bitir­dikten sonra «amin» demek sünnettir. Zira Ebu Meysiret şu hadisi naklet­mektedir: «Cebrail. Resulü Ekrem (sav)e Fatiha suresini okuttu. «Velad-dâün» dedikten sonra Cebrail ona «amin» de buyurdu. Resulullah (sav) da ona uyarak «amin» dedi.» [37]

İbnü'l-Enbari'nin görüşü de şöyledir. «Amin, dua olup Kur'andan değil­dir. Zahirde isim, ifadede fiil olan kelimelerdendir. «Ya Rabbî. sen kabul et» anlamındadır. Amin kelimesi iki kalıpta ifade edilebilir. Birisi Fail vez­ninde, diğeri de Fail vezninde. Şair şöyle diyor: «Ya Rabbî! Sevgilimin sev­gisini ebediyyen içimden çıkarma. Bu duama amin diyen kuluna Allah rahmet etsin.» [38]



Fatiha Suresinin İcmali Manası


isimleri mübarek olan Cenabı Allah, bize, nasıl hamd edeceğimizi şöy­le öğretiyor: «Ey kullarım, bana şükredeceğiniz zaman «Alemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun» deyiniz ve size vermiş olduğum nimet ve ihsanlarım karşılığında bana şükrediniz. Azamet, şeref ve ululuk sahibi benim. Yaratıcılık ve icad edicilik yalnız bana aittir, insanların, cinlerin, melek­lerin, göklerde ve yerde olanların yaratıcısı benim. Rahmeti herşeyi, fazlı bütün halkı kuşatan, esirgeyen ve bağışlayan benim.

Sena ve şükür, kulları için yaratma, rızık verme, sağlam bir bünyeye kavuşturma, İnsanları dünya ve ahiret mutluluğuna iletme gibi nimetleri olan alemlerin Rabbi Allah (cc)tan başkasına mahsus değildir. O'nun büyüklüğüne hiçbir büyüğün ululuğu yetişemez. Kainata koymuş olduğu düzenle tüm bitkilerin, hayvanların ve insanların herşeylerinl tanzim eden O'dur.

Mesela, güneş olmasaydı hayat ve ölüm olmazdı. İnsanın hayatını de­vam ettirmeye vasıta olan gıdanın, bitkilere canlılık veren suyun ve hay­vanların yaşamalarını sağlayan bitkilerin yaratıcısı O'dur.

Mükafat ve cezayı ancak ben veririm. Din günü olan kıyamette ta­sarruf sahibi sadece benim, ibadetlerinizi bana tahsis ederek cAllah'ım yalnız senin İçin eğilir ve kalkar, yalnız sana saygı gösteririz» deyin, f Sen in gayrın olan kimseye kulluk etmeyiz. Rızanı kazanmak ve itaat etmekte yalnız senden yardım bekleriz. Çünkü her türlü tazime ancak sen layıksın. Senin dışında kimse bize yardım gücüne sahip değildir. Allah'ım, sen hak din olan İslâm'da bize sebat ver. Resullerini, resulleri­nin sonuncusu olan Hz. Muhammed (sav)i o din üzere gönderdin. Ya Rabbi, bizi imanda sabit kıl ve sana yaklaşanların, peygamberlerin, sıd-dıkların, şehidler ve salihlerin yolunda gidenlerden eyle. Allah'ım doğru yoldan gitmeyenlerden, şeriattan sapanlardan eyleme bizi. O sapıklar ki, senin ayetlerini, resullerini inkar ederek gazaba layık olmuşlardır.»[39]



Fatiha'nın Tefsırindeki İncelikler


Birinci incelik: Allah (cc). Kur'an-ı kerimi okurken kendisine sığın­mamızı emretmektedir: «Haydi Kur'an okuduğun (okumak istediğin) zaman o koğulmuş şeytandan Allah'a sığın» (Nahl: 98).

Cafer-i Sadık (ra). «sığınma» ile alakalı olarak şunları söyler: «Kur'an okumadan önce Allah (cc)'a sığınmak lazımdır. Çünkü kul yalan, gıybet ve koğuculukla manen kirlenen dilini sığınmayla temizler. Böylece yüce Allah (cc) tarafından indirilen Kur'anı temizlenmiş bir dille okur. Diğer ibadetlerde «Euzübillahi» demek gerekmez.»

İkinci incelik: Lügatçılara göre «besmele» denildiği zaman akla «Bis-milâhirrahmânırrâhîm» gelir. Bu tabir şiirde ve nesirde de meşhurdur. Şiirden bir misal verelim: «Kendisine rastladığım sabah Leylâ besmele çekti./O, besmele çeken ne güzel sevgilidir.» [40]

Kur'anın besmeleyle başlaması, her iş ve söze onunla başlamamız ge­rektiğini gösterir. Nitekim Ebu Davud'un naklettiği bir hadis-i şerifte Re-sulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: «Besmeleyle başlanmayan her jş nok­sandır).

Üçüncü incelik: Bazı alimlere göre isim müsemma'nın aynısıdır. Bismillah demekle Billahi demek arasında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla isim lafzı besmeleden çıkarılabilir.

Müfessirlerin şeyhi İbn-i Taberi, yukarıdaki görüşü reddederek şöyle demektedir: «Bu görüş doğru ise. «Zeydin ismini gördüm, ekmeğin ismini yedim ve ilacın ismini içtim» ifadelerinin de doğru olması lazımdır. Halbu­ki Arap dili ve edebiyatı, bu ifadelerin doğru olmadığını gösterir.» [41]

Dördüncü incelik: Allah ile ilah kelimeleri arasındaki farkı açıklar. Allah lafzı, mukaddes olan Zat-ı kibriyaya mahsus bir isimdir. Şimdiye ka­dar O'ndan başkasına verilmemiştir ve verilemez. Allah lafzı, Hak üzere ibadet olunan manasındadır.

Tapılan manasına gelen İlah kelimesi hem Allah (cc). hem de gayrı için kullanılabilir. Tapınma işi hak üzere olduğu gibi batıl üzere de olabilir. Nitekim cahiliye döneminde Arapların taptıkları putlara ilah kelimesinin çoğulu olan «Alihe» denirdi. Putperest Araplar bunlara batıl üzere iba­det ederlerdi.

Fakat hiçbir şahıs taptığı bir puta «Allah» adını vermezdi. Hatta, ca-hiliyet döneminde putperest bir Araba, «Seni kim yarattı?» veya «Yerleri ve gökleri kim yarattı?» diye sorulduğunda, «Allah» cevabını verirdi. Ca­hiliye döneminde Araplar herne kadar putlara tapıyorlarsa da yaratma ola­yını Allah (cc)'a bağlarlardı. Kur'an da buna işaret eder: «Andolsun ki onlara gökleri ve yeri kimin yarattığını sorsan muhakkak, Allah derler...» (Lokman: 25).

Beşinci incelik: Besmelede birçok büyük faydalar bulunmaktadır. [42] Bunları şöyle sayabiliriz. Bereket, saygı, şeytanı kovma ve müşriklere açık muhalefet ve llh...

Müşrikler bir işe başladıkları zaman tapındıkları putları ve diğer mah-lukatın ismini anarlardı. Besmele çeken mü'min ise Allah (cc)'ın birliğini tasdik ile O'nun nimetlerini hatırlayarak ve O'ndan yardım isteyerek ken­dini emniyette hisseder. Bundan başka besmelede cenabı Hakk'a mahsus Allah ve Rahman gibi iki özel isim vardır.[43]

Altıncı incelik: Hamd kelimesinin başına gitirilen «el» eki, hamdın bütün çeşitlerini ihtiva etmesi içindir. Alemlerin Rabbi olan Allah (cc), her türlü methe, hamde, tazime ve takdise layıktır. Hamd kelimesinin el ekiyle kullanılması, ayrıca, sürekliliği yani sonsuza kadar bütün tıamdlerin O'na mahsus olduğunu da ifade eder.

Yedinci incelik: Rahman ve Rahim sıfatlarının Rab kelimesinden son­ra gelmesi. Allah (cc)'ın her zaman ve yerde yarattığı bütün insanları esirgeyici ve bağışlayıcı olduğunu, zalimlikten münezzeh olduğunu göste­rir. Bu konuda Ebu Hoyyan (ra) şöyle der: «Bu surenin başındaki kelime­lerin sıralanışında görüldüğü gibi Rab kelimesi efendi, sahip ve mabud manalarından hangisini taşırsa taşısın, Cenabı Hakk'ın bir sıfatını dile getirir. Rab sıfatından sonra Rahman ve Rahim sıfatlarının gelişi, belagat ilmine göre en uygun ifadedir. İnsan bir hata veya günah işlediğinde Al­lah (cc)'a karşı af isteyebilme gücünü yine O'ndan alır.» [44]

İbni Kayyım (ra) da şöyle demektedir: «Rahman ve Rahim sıfatları­nın bir arada gelişinde çok güzel bir hikmet vardır. Rahman sıfatı cenabı Allah (cc)'tan ayrılmayan bir sıfat. Rahim ise esirgenenle ilgili bir sıfattır. Rahman, ce.nabı Allah (cc)'ın sıfatı. Rahim sıfatı da rahmet (esirgeme) fii­lidir. Cenabı Hak. rahmetiyle bütün alemi esirger. Bunu anlamak için Kur'artdaki şu ayetlere baKmak yeterlidir: «O sizi karanlıklardan nura çı­karmak ipin üzerinize melekleriyle beraber rahmet(ini ray egon) edendir. O, müminleri çok esirgeyicidir.» (Ahbaz: 43) «... Çünkü O, çok esirgeyici, çok bağışlayıcıdır.» (Tevbe: 117)

Buradan da anlaşılıyor ki, Rahman denilince. Rahmet sıfatıyla vasıfla­nan zat anlaşılır. Rahim dendiği zaman da Rahmeti ile herşeyi kuşatan ak­la gelir.»

Bazı alimlere göre Rahman ve Rahim sıfatlarının her İkisi de aynı manaya gelir. Sadece Rahîm, Rahmanı kuvvetlendirmek için kullanılmıştır. Müfessirlc-rden Sebban ve Celal (ra) da aynı fikirde olmakla beraber bu görüş zayıftır. Çünkü İbni Cerir et-Taberî (ra)'ye göre Kur'an-ı kerimde kendi başına bir manası olmayan hiçbir fazlalık kelime yoktur. Bu sebeb-le yukarıda görüşlerini naklettiğimiz alimlerden görüşü en kuvvetli olanı İbni Kayyım (ra)'dır.

Sekizinci incelik: «iyyâke nağbüdü ve iyyâke neste'in». Cenabı Al­lah bu ayette kullarına hitap ederken üçüncü şahıs yerine ikinci şahsı muhatap almaktadır. Bu da bir iltifattır. Ayetteki hitap üslubunda insan­ların nefsin) ve kalbini celbetmek için çok uygun bir ifade kullanılmıştır. İltifat Belagat ilminin bir nevidir. [45]

Eğer ayet üslubundaki iltifat olmaksızın okunsaydı «İyyâke nağbüdü ve iyyâke neste'în» yerine «İyyâhü nağbüdü ve iyyâhü neste'in» denilirdi. Cenabı Hak burada belagat ilminde nükte adı verilen iltifatı yapmıştır. Bunun misalini Allah (cc)'ın, «Üzerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Rableride onlara gayet te­miz bir şarap içirmiştir. (Bütün) bu (nimetler) şüphe yok ki, sizin için bir mükafattır. Sa'yınız meşkur olmuştur.» (insan: 21) buyruğunda görmek mümkündür. Ayetteki «Rableri de onlara gayet temiz bir şarap içirmiştir» ifadesinde üçüncü şahıslara hitapoedillyorken daha sonra «sizin İçin» de­nilerek iltifat yapılmaktadır. Cenabı Hak, bazen de hitabı ikinci şahıstan üçüncü şahıslara yöneltmektedir. Nitekim «O sizi karada ve denizde gez­diren (sebeblerini izhar eden)dir. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, on­lar, bunnları güzel bir hava ile akar gibi götürdükleri (yolcular da) bunun­la sevindikleri zaman ona şiddetli bir fırtına gelip çatar.» (Yunus: 22) ayet-i kerimesinde «siz gemilerde bulunduğunuz, onlar, bunları...» ifadeleri ikinci şahıstan üçüncü şahsa geçildiğini açıkça göstermektedir. Bu yönelme, iltifatı olanca açıklığı ile gözler önüne sermektedir.

Ebu Hayvan, Bahir kitabında iltifatla ilgili olarak şöyle der: «İltifat, bir şahsın yüksek vasıflara sahip yanındaki bir şahsa, sanki yanında yok­muş gibi hitap etmesi, sözlerinin sonunda hitabının muhatabının yanın­daki şahıs olduğunu izhar etmesidir. Bundan dolayı t iyyâke» nin istenilen şeye İşareti «iyyahü»den daha tesirlidir.» [46]

Dokuzuncu incelik: «Nağbüdü ve nesteinü» ifadeleri. «Ancak sana İbadet ederim ve ancak senden yardım beklerim» cümleleri gibi tekil de­ğil çoğuldur. Burada tekil ile çoğul arasındaki incelik, kulun yüce Allah (cc)'ın huzuruna durarak kusurlarını itiraf ile yardım ve hidayet isteğidir. Kul sanki, «Ben zayıf, günahkâr ve aciz bir kulum. Huzurunda dileklerimi arzetmeye layık değilim. Ancak diğer abldlerin arasına girerek onlarla be­raber senden dileklerimi isterim. Sen de dileklerimi onların dilekleriyle beraber kabul et. Hepimiz «ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yar­dım dileriz.» der.

«lyyake»nin «nağbüdü» ve «nesteînü» kelimelerinden önce gelmesi tahsis (İbadetin yalnız Allah'a mahsus kılınması) içindir. Abdullah ibni Ab-Ikjs (ra) da, «Bu ayetin manası, biz ibadeti sana yaparız, başkasına de­ğil» demektedir. [47]

Kurtubî ise, «Arap diline göre önemli olan önce söylendiği için ehem­miyetine binaen önce «iyyâke» zikredilmiştir. Araplardan biri diğerine ha­karet edince hakarete uğrayan yüzünü başka tarafa çevirirdi. Hakaret eden, «Sana hakaret ettiğim halde neden yüzünü başka tarafa çevirdin?» deyince. «Senden zaten yüzçevirdim» der. Dikkat edilirse, her iki şahıs da önemli olan «sen» kelimesini daha önce kullanmışlardır. Nitekim kul ve kulluğu ifade eden «nağbüdü» kelimesinin, mabud olan Allah'a yönelik bir zamir olan «iyyake»deki «kef» harfinden önce gelmemesi için önce «lyyake» zikredilmiştir. «Sana İbadet eder ve senden yardım beklerim» cümleleri doğru değildir. Kur'andakl ifadeye uymak lazımdır» diyor.

İbadet yalnız Allah (cc)'a yapılır. Yardım da ancak O'ndan istenir, «lyyake» tabiri ayette ikinci defa tekrarlanmasaydı ayetin anlamı «ibadet yalnız Allah'a yapılır, fakat yardım O'ndan başkasından da istenebilir» gi­bi anlaşılabilirdi. Böyle bir imajın doğmaması için «iyyake» tabiri ayette iki kere tekrar edilmiştir.

Onuncu İncelik: Fatiha suresinin «Bizi doğru yolo, kendilerine ni­met verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlannkine, sopıklannkine de-ğH» ayetlerindeki «nimet* Allah (cc)'a izafe edilirken, «gazab» ve «sapık­lık» O'na isnad edilmemektedir. Kur'an-ı kerimdeki bu ifade şekliyle de Allah (cc) kullarına terbiye öğretmektedir. Buna göre. kötülük takdir yo­luyla Allah (cc)'tan ise de, O'na isnad edilemez.

Cenabı Hakk'ın İbrahim (sav)'in diliyle, «(O Rafa) M beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Bana yediren, bana İçiren O'dur. Hastalan­dığım zaman bana şifa veren O'dur» (Şuam: 78-80) bize öğrettiğine gö­re, hastalık aslen Onun tarafından yaratıldığı halde, «Beni hastalandıran O'dur» yerine, «Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur» denilmesi, insanların Allah (cc)'a karşı nasıl bir edep ve terbiye içinde olmaları ge­rektiğini gösterir.

Yine Cenabı Hakk'ın, mümin cinlerin diliyle. «Doğrusu biz yerdeki ki­şilere şer mi murad ediliyor, yoksa Rablerl için bir hayır mı İrade ¦diliyor bilmiyormuşuz.» (Cin: 10) buyruğunda, şerrin yapıcısı olarak gösterilmez­ken, hayrın O'nun tarafından irade edildiği açjk bir şekilde ifade ediliyor. Bu da göstermektedir ki, edeb ve terbiye bakımından kötülükler Allah (cc)'a atfedilemez. Müminlerin Allah (cc)'a karşı kulluk vazifelerini yapa­bilmeleri, iyilik ve güzelliklerin her zaman ve her yerde Allah (cc)'tqn ol­duğunu bilmelerine bağlıdır.[48]



Fatiha’daki Şer'ı Hükümler

Birinci Hüküm: Besmele, Kur'an'dan Bir Âyet Midir?


Alimler, «O, gerçek Süleymandır ve O, hakikaten Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla» (Nemi: 30) ayetindeki besmelenin ayetin bir parçası olduğunda ittifak etmişlerdir. Yalnız, besmelenin Fatiha'dan mı, yoksa her surenin başından bir ayet mi olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bunları şöylece sıralayabiliriz:

Birincisi: İmam Şafii (ra)'nin görüşüne göre besmele, hem Fatiha'­dan, hem de diğer surelerin başından bir ayettir.

İkincisi: İmam Malik (ra)'in görüşüne göreyse ne Fatiha'dan bu ayet­tir,, ne de herhangi bir surenin başından bir ayettir.

Üçüncüsü: İmamı azam Ebu Hanife (ra)'nln görüşüne göre de Kur'-an-ı kerimden tam bir ayettir. Sureleri birbirinden ayırmak İçin gönderilmiştir. Fatiha suresinden bir ayet değildir.

Şafiilerln delilleri:

imam Şafii (ra)'nin kendi mezhep görüşünü isbatlamak İçin birçok - delilleri vardır. Biz, bu delillerden birkaç tanesini özetle aşağıya aktarıyoruz :

Birinci delil: Ebu Hüreyre (ra)'nin Resulullah (sav)'tan naklettiği şu hadis-i şerife dayanır: «Siz 'ElhamdülHlahi Rabb’l alemin'i besmele İle okuyun. Zira Fatiha suresi, Kur'anın ve kitabın anası olup yedi defa tekrâr-c lanandır. Besmefe, Fatiha suresinin ayetlerinden biridir.» [49]

İkinci delil: ibnl Abbas (ra)'ın nakline göre Resulullah (sav), namaza ' besmele ile başlardı. [50]

Üçüncü delil: Enes (ra)'den, Resulullah (sav)'ın namazda nasıl oku­duğu soruldu. O da, Resullah (sav), namazda çok uzun okurdu, diyerek besmele ile başladı ve: «Hamd olsun, alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, din gününün sahibi ve mutasarrıfı Allah'a. Yolnız sana ibadet (kulluk) ederiz, yalnft senden yardım İsteriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna İlet, gazaba uğrayanlarınkine, sapıklarınklne değil.» suresini okuduktan sonra da «Resulullah (sav)'ın okuduğunu ben de si-ı ze aynen okudum» dedi. [51]

Dördüncü delil: Enes (ra)'den nakledilen şu hadis-! şeriftir: Enes (ra): «Birgün Resulullah (sav)'ın huzurundaydık. Resulullah bir ara hafifce uyudu. Uyanınca tebessüm etti. Biz, seni tebessüm ettiren nedir diye sorunca Resullah (sav): «Şu anda bana bir sure nazil oldu» diyerek, «Esirgeyen ve bağışjayan Allah'ın adıyla. (Habiblm) hakikat, biz sana kevseri verdik. O halde Rabbin İçin namaz kil, kurban kes. Sana buğzeden (yok mu, işte asıl) zürriyetsiz olan şüphesiz odur.» (Kevser) suresini okudu.» der. [52]

Şafiilere göre bu hadis, besmelenin bütün surelerden bir ayet oldu­ğuna işaret eder. Çünkü Resullah (sav), onu Kevser suresi ile beraber okumuştur.

Beşinci delil: Şafillerin nakli delilleri kadar aklî delilleri de vardır, imam Şafii'nin yazmış olduğu Kur'an-ı kerimde besmele, Fatiha'nın ba­şında yazıldığı gibi, Berat suresinin dışında bütün surelerin başında da yazılmıştır. Bu nüshanın çoğaltılarak diğer şehirlere gönderilen suretle­rinin hepsinde de surelerin başında besmele yazılıdır.

imam Şafii (ra) ve benzeri büyüklerin Kur'an-ı kerimden olmayan şeyleri sure aralarına yazmayacakları ilmî tevatürle bilinmektedir. Hatta onlar, ftesulullah (sov)'ın zamanında olmayan bir şeyin Kur'anda bulun­masını istemedikleri için Kur'anı aşir halinde, sureleri ve isimlerini ha­rekeli otarak yazmazlardı.

Böyle bir titizlikle yazılan Kur'an-ı kerimlerde besmelenin Fatiha'nın ve diğer surelerin boşlarında yazılması, onun her sureden bir ayet oldu­ğunu gösterir.

Mcritkilerfn deffflari:

Malikiler besmelenin Fatiho'dan ve Kur'andan bir ayet olmadığı ko­nusunda birçok deil getirmektedirler. Bunlardan birkaç tanesini nakledi­yoruz :

Birinci delil: Hz. Aişe (rah)'nin: ıResulullah (sav), namaza tekbirle, kıraata da «Elhamdülillah! Rabbil alemin» ile başlardı.» [53] sözleridir.

İkinci delil: Buharı ve Müslim'in Enes bin Malik (ra)'ten naklen ri­vayet ettikleri şu hadis-i şeriftir: «Ben, Resulullah (sav), Ebu Bekr (ra). Ömer (ra) ve Osman (ra)'ın arkalarında namaz kıldım. Onlar kıraata yal­nız «Elhamdülillâhi Rabbil alemin» ile başlarlardı.» Müslim'in diğer bir ri­vayetine göre: «Onlar, besmeleyi ne kıraatin başında, ne de sonunda okurlardı.» [54]

Üçüncü delil: Ebu Hüreyre (ra)'nin Resulullah (sav) tan naklettiği şu hadls-i kudsidir: «Namazı benimle kulumun arasında ikiye ayırdım. Kulum. kendisi ile ilgili fcısmtndo dilediğini benden isteyebilir.

Namaz kılan kul: «Hamd olsun alemlerin Rabbı olan Allah'a.» Allah (cc): «Kulum bana hamd etti.» Kul: «Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla.» Allah (cc): «Kulum beni methetti, övdü.» Kul: «Din gününün sahibidir.» Allah (cc): «Kulum benim ululuğumu kabul etti.» Kul: «Yalnız sana ibadet ederiz. Yalnız senden yardım isteriz.» Allah (cc): «Bu dilek benimle kulum arasındadır. Kulum benden di­lediğini isteyebilir.»

Kul: «Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, ga-laba uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil.»

Allah (cc): «Bu istek de yalnız kulumundur. Kulum benden dilediğini l»ter.» [55]

Malîkilere göre hadisteki «Namazı ikiye ayırdım» cümlesinde geçen •namaz»dan maksat, Fatiha süresidir. Fatiha suresi okunmadan kılınan namazın sahih olmaması sebebiyle hadiste ona namaz ismi verilmiştir. Eğer besmele, Fatiha suresinden bir ayet olsaydı, hadis-i kudside zikre-dlllrdi.

Dördüncü.delil: Besmele Fatiha suresinden bir ayet olsaydı. Fatiha süresindeki «Rahman ve Rahîm» kelimelerinin tekrarlanmaması lazım ge­lirdi. Bu surenin «Eirgeyen ve bağışlayan Allah'ın ismiyle. Hamdolsun alemlerin Rabbı olan Allah'a. Esirgeyen ve bağışlayan...» şeklinde dizili­şi demek olurdu ki, bu da Kur'anın edebî üslûbuna aykırı olurdu.

Beşinci delil: Besmelenin surelerin başında yazılması ve herhangi hlrşeyln başlangıcında okunması, Resulullah (sav)'ın sünnetine uymak ve bereket içindir. Onun surelerin başında tevatürle yazılması Kur'andan ol­duğuna tevatüri bir delil sayılmaz.

Kurtubi, bununla ilgili olarak: «Şafiî ve Maliki'nin görüşlerinden en sahihi, İmam Malik (ra)'lndir. Zira Kur'an ayetleri ahadî haberlerle tes-blt olunamaz. Kur'an ayetlerinin tesbit yolu, ihtilaf kabul etmeyen kafi tevatürle olur.» der.

Ibnu'l-Arobî ise: «Alimlerin besmelenin Kur'andan sayılıp sayılmaya­cağı hakkındaki münakaşaları, onun Kur'andan sayılmayacağına kafi bir delildir. Zira Kur'an ayetleri münakaşa kabul etmez. Nitekim sahih ha­berler besmelenin Nemi suresinin dışında ne Fatiha'dan, ne de herhangi bir sureden bir ayet olmadığına İşaret ederler. Bizim mezhebimiz (Maliki) diğer mezheplere aklın kabul edeceği bir tarzda tercih edilir. Medlne-i Münevvere'de, Resulullah (sav) zamanından imam Malik (ra) dönemine kadar besmeleyi Peygamber (sav) efendimizin sünnetine ittibûen hiçbir şahıs okumamıştır. Bu da diğer mezheplerin görüşünü redde kâfidir. Bizim mezhebin görüş sahipleri, besmelenin nafile namazlarda okunmasına müs-tehab demişlerdir. Besmelenin okunması hakkında varit olan hâdls ve ri­vayetler, nafile namazlarda kıraatinin müstahab olduğuna işaret eder.»[56] demektedir.

Hanefilerin deJlHeri:

Hanefilere göre besmelenin Kur'anda yazılışı ve ondan bir ayet Olu­şu, her sureden bir ayet oluşuna İşaret etmez. Nitekim besmelenin gece namazlarında sesli okunmamasını emreden hadisler, onun Fatiha'dan ol­madığını gösterir. Hanefiler, Nemi suresinin dışında Kur'an-ı kerimden tam bir ayet olduğuna ve sureleri birbirinden ayırmak için nazil olduğuna hükmetmişlerdir.

Hanefîlerin görüşünü teyid eden delillerden bir kısmı şunlardır:

Ashab-ı kiramdan nakledilen: «Biz, besmele nazil olana kadar Su­relerin başlangıcını ve sonunu bilmiyorduk.* [57] sözleri ile Ibni Abbas (ra)'dan rivayet edilen: «Resulullah (sav), besmele nazil olana kadar su­relerin birbirinden ayırılmosınt bilmiyordu. Ancak, besmele nazil olunca bildi.» [58] sözleri Hanefîlerin görüşünü takviye ediyor.

imam Ebu Bekr er-Razi [59] ise bu konuda şöyle demektedir: «Alim­ler, besmelenin Fatiha'dan bir ayet olup olmadığı konusunda görüş ay­rılığına düşmüşlerdir. Küfe kıraat alimleri onu Fatiha'dan bir ayet sayar­ken, Basra kıraat alimleri saymamışlardır, imam Şafii (ra), besmelenin Fatiha'dan bir ayet olduğuna, onu terkedenin namazını iade etmesi gerektiğine hükmetmiştir. Şeyhimiz Ebu'l Hasan el-Kerhî ise, besmelenin namazlarda açıktan okunamayacağını söyler. Şeyhin bu sözü, besmele­nin Fatiha'dan bir ayet olmadığına işaret eder. Bizim mezhep alimlerinin görüşüne göre besmele, surelerin başında bir ayet değildir. Çünkü onu namazlarda açıktan okumuyorlar. Besmelenin Fatiha suresinden olma­ması, başka surelerden de olmadığına da işaret eder kanaatındadırlar.

«Yalnız İmam Şafii (ra), besmelenin her sureden bir ayet olduğunu söylemiştir. Bu görüşü İmam Şafii (ra)'dan başka hiçbir alim söyleme­miştir. Zira selef arasındaki görüş ayrılığı da besmelenin Fatiha süre­ninden bir ayet olup olmadığı şeklindedir. Nitekim hiçbir alim, besmele­nin surelerin başından bir ayet olduğunu kabul etmemiştir.» diyerek söz­lerine şöyle devam eder:

«Resulullah (sav)'dan rivayet edilen «Kur'anda 30 ayetli bir sure var­dır ki, okuyucu affolununcaya kadar şefaat eder. Bu sure. Tebarekellezî bl yedihil mülk'tür» hadis-i şerifi, besmelenin surelerin başından bir ayet olmadığına işaret eder. Kıraat alimleri ile diğer alimler. Tebareke süre­ninin besmele dışında 30 ayet olduğu konusunda görüş birliği içindedir­ler. Eğer besmele sureden bir ayet olsaydı, Tebareke'nin 31 ayet olması lazım gelirdi. Bu da, Resulullah (sav)'tan rivayet edilen hadise aykırı dü­şerdi. Yine bütün beldelerin kıraat ve Fıkıh alimleri Kevser suresinin 3, ihlas suresinin 4 ayet olduğunda ittifak etmişlerdir. Eğer besmele bu su­relerden bir ayet olsaydı, Kevser suresinin 4, İhlas suresinin 5 ayet ol­ması lazım gelirdi.» [60]

Yukarıda naklettiğimiz mezhep görüşlerinden tercih edilecek olan Hanefî'nin görüşüdür. Zira baştan sona birbirine muarız olan iki görüşün (Şafiî.-Malikî) ortasıdır. Şafiîier, besmelenin Fatiha'dan, hatta her sure­den bir ayet olduğunu savunurlarken Malikîler de, ne Fatiha'dan, ne de Kur'andan bir ayet olmadığını iddia ederler.

«Herkesin (her kavim ve milletin) yüzünü kendine döndürücü olduğu bir delili vardır.» (Bakara: 148) ilahi emri, bu şekilde hayırda yarışın müm­kün olduğunu göstermektedir.

Dikkatli bir gözle, salim bir zeka İle besmelenin Kur'an-ı kerimde tovatüren yazılışına baktığımız zaman, hiçbir alimin bugüne kadar ona karşı çıktığı ve inkar ettiği görülemez. Nitekim ashab-ı kiramın Kuranı kerim üzerinde nasıl titizlikle durdukları, hatta her harfi üzerinde dahi inceden inceye araştırma yaptıkları bilinmektedir. Bu da göstermektedir ki, besmele. Kur'an-ı kerimden bir ayettir. Her sureden ve Fatiha'dan bir ayet değildir. Surelerin orasını ayırmak için gönderilmiştir. Bu görüşü Abdullah bin Abbas (ra)'dan «Resulullah (sov), besmele gönderilene ka­dar surelerin başlangıç ve sonlarını bilmiyordu. Ancak besmele gönderl-lince bildi.» hadisi de teyid etmektedir.

Besmelenin her surenin başından bir ayet olmadığını. Belagat kai­delerinden de çıkarmak mümkündür. Çünkü Araplar sözlerinin çok be­liğ olması için ifade ve imlalarının başında değişik üslublar kullanırlardı. Eğer besmele her surenin başından bir ayet olsaydı, bütün sureler tek bir üslubla başlardı. Bu ise Kur'anın edebi üslubunun muclzellğine ters düşerdi.

Malikilere göre, besmelenin Kur'andan bir ayet olduğu tevatüren sa­bit değildir. Öyleyse Kur'andan değildir. Bu görüş imam Cessas'ın dediği gibi açık ve tercih olunabilecek bir görüş değildir. Zira bir ayetin Kur'­andan oluşunun tevatüren rivayet edilmesi gerekir» şeklindeki delil ge­çersizdir. Bizim için Resulullah (sav)'ın yazılmasını emretmesi ve emrinin tevatüren bize ulaşması kâfidir. Ümmet, Kur'anda yazılı olan herşey Kur'-andır» diye ittifak etmiştir. Besmele, Kur'anda müstakil bir ayettir. Su­relerin ve kitapların başında yazılması ve okunması hayır ummak İçindir. Bütün bu açıklamalar, besmele hakkında gelen bütün nassların manala­rını toplar.[61]



İkinci Hüküm: Besmelenin Namazda Okunmasının Hükmü Nedir?


Fakihler besmelenin namazda okunması konusunda birkaç görüşe ay­rılmışlardır.

A) İmam Mallk'e göre besmele yalnız farz namazlordaki Fatiha ve diğer surelerin başında gizli ve açık olarak okunmaz. Farz dışındaki sün­net ve nafile namazlarda isteyen okuyabilir.

B) İmamı Azam'o göre besmele namazlardakl her rekatta Fatiha suresinden önce okunur. Diğer surelerin başında okumak ise güzeldir. [62]

C) İmam Şofi'ye göre besmelenin gizli okunacak yerde gizli, açık okunacak yerde açık okunması farzdır.

D) İmam Hanbel'e göre besmele namazda gizil okunur. Açık okun­ması sünnet değildir.

Adı geçen imamların besmele hakkındaki görüş ayrılıklarının sebeple­ri birinci hükümde delilleriyle beraber açıklanmıştır. Bu hususta selefin görüşleri arasında da ayrılık vardır.

Ibni Cevzi, Zâdü'l Mesir'inde: «Alimler arasında besmelenin Fatiha'­dan olup olmadığı konusunda görüş ayrılıkları vardır. Bununla ilgili ola­rak Ahmed bin Honbel (ra)den rivayet edilen iki görüş bulunmaktadır. Bi­risi, besmelenin Fatiha'dan olduğunu, dolayısıyla namazda okunmasının farz olduğunu söyleyenlerin görüşüdür. Diğeri ise Fatiha'dan olmadığını, bundan dolayı namazda okunmasının sünnet olduğunu söyleyenlerin gö­rüşüdür. Bu görüşe yalnız İmam Malik (ra) karşıdır. Hatta ona göre bes­melenin farz namazlarda okunması müstehab bile değildir.

«Besmelenin namazda açıktan okunması da alimler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Alimlerin bir kısmı imam Ahmed bin Hanbel (ra)in «Bes­melenin namazda açıktan okunması sünnet değildin görüşünü nakletmiş-lerdir. Bu görüş Ebu Bekr (ra), Ömer (ra), Osman (ra), Ali (ra) ve İbni Me-sud (ra)un sözlerine dayanır, imam Sevri ve İmam-ı Azom'ın görüşleri de bu yoldadır, imam Şafî'ye göre de besmelenin namazda açıktan okunma­sı sünnettir. Bu da Muaviye (ro), Âtâ (ra) ve Tâvûs (ra)un rivayetine da­yanır.» [63] demektedir.[64]



Üçüncü Hüküm: Fatiha'nın Namazda Okunması Farz Mıdır?


Fakihler, Fatiha'nın namazda okunması konusunda iki görüşe ayrıl­mışlardır :

A) Cumhura (Maliki, Şafii, Hanbeli) [65] göre. Fatiha'nın namazda okunması sıhhatinin şartıdır. Fatiha suresini bllipte okumayan bir kimse­nin namazı sahih olmaz.

B) İmam Sevri ve İmam-ı Azam Ebu Hanlfe (ra)ye göre namaz Fa­tiha okunmaksızın da sahih olur. Namazda Kur'andan 3 kısa ayet veya 1 uzun ayetin okunması ise farzdır.

Cumhurun delilleri:

Cumhur, Fatiha'nın namazdp okunmasının farz olduğunu birçok de­lille isbat etmişlerdir.

Birinci delil: Ubbade bin Sâmid (ra)in Resulullah (sav)tan naklettiği şu hadls-i şeriftir: «Fatiha'yı okumayanın namazı geçerli değildir.» [66]

ikinci delil: Ebu Hüreyre (ra)nin Resulullah (sav)tan naklettiği: «Her kim namaz kılarda ümmü'l-kitabı (Fatiha) okumazsa o namaz noksandır, noksandır, noksandır. Tamam değildir.» [67] hadis-i şerifidir.

Üçüncü delil: Ebu Said el-Hudrî (ra)nin naklettiği şu hadis-i şerif­tir: «Resulullah (sav), bize namazda Fatiha suresi ile bildiğimiz diğer bir sure veya bir sureden birkaç ayetin okunmasını emrettiler?»

Cumhura göre bu hadis-i şerifler, Fatiha suresinin namazda okun­masının farz olduğuna delalettir. Zira Resulullah (sav)un birinci delildeki hadis-i şerifi namazın sıhhatli olmayacağına delâlet ettiği gibi. Ebu Hü­reyre (ra)den nakledilen ve Resulullah tarafından üç defa tekrar edilen «o namaz noksandır» ifadesi de Fatiha okunmadan kılınan namazın nok­san ve fasit olacağını gösterir. Öyleyse Fatiha'nın namazda okunma­sı farzdır ve sıhhatinin şartlarındandır.

Hanefi'nin delilleri:

imam Sevri (ra) ile Hanefi mezhebinin fakihleri, namazın Fatiha o-kunmadan da sahih olacağını Kitap ve Sünnetten çıkardıkları delillerle savunurlar. Kitaptan aldıklan delile göre cenabı Hakkın: «Şüphe yok ki Rabbin, senin gecenin üç}e İkisinden biraz eksik, yarısı, üçte biri kadar ayakta durmakta olduğunu ve senin maiyetinde bulunanlardan bir züm­renin de (böyle yaptığını) biliyor. Geceyi, gündüzü Allah saymaktadır. O, bunu sizin sayamayacağınızı bildiği için size karşı (ruhsat canibine) dön­dü. Artık Kur'andan kolay geleni (ne ise onu) okuyun...» (Müzemmll: 20) ayeti, namazda bir miktar okunmasının farz olduğunu gösterir. Ayetteki «okuyun» emri, namazdaki okumaya işarettir. Hiçbir alim «Bu ayet, gece namazlarındaki okumaya mahsustur» dememiştir. Öyleyse ayetteki «Oku­yun» emri yalnız gece namazında okuma değil, bütün namazlarda okunma­sının farz olduğunu ifade eder. [68] Hadis-i şeriflerden aldıkları delil ise, Ebu Hüreyre (ra)den nakledilen şu hadise dayanır: «Birgün Mescld-I Ne­beviye bir kişi gelerek namaz kıldı. O kimse namazdan sonra Resulullah (•av)a eglecek selam verdi. O kimsenin selamını aldıktan sonra Resulul­lah (sav), «Geri dön, namazını yeniden kıl. Zira sen namaz kılmadın» buyurdu. O kimse tekrar namaz kılıp Resulullah (sav)a gelince, onu yine namaz kılması için geri çevirdi. Bu şekilde üç defa geri çevrilen kimse He8ulullah (sav)a gelerek «Seni hak yolu üzere gönderenin ismi İle ye­min ederim ki, bundan daha güzel bir şekilde namaz kılmasını bilmiyorum.» deyince, Peygamber (sav) efendimiz, «Sen namaz kılmak istediğlh za­man güzelce bir abdest al. Sonra kıbleye dönerek tekbir getir. Blldhere Kur'andan ne biliyorsan onu oku. Daha sonra belini tam eğerek rüku yap. Rükudan kalkarak dik dur ve daha sonra secde yap. Secdeden kalkarak normal bir oturuşla otur. Daha sonra tekrar secdeye git. Secdeden sonra doğruca ayağa kalk. Benim bu tarif ettiklerimi bütün namazlarında Uygu­la.» buyurdu. [69]

Hanefi fakihleri, Ebu Hüreyre (ra) den nakledilen, «Resulullah (sâV) mescide gelen kişiye namazı tarif eden» hadislndftkj namaz klldh için •Kur'andan ne biliyorsan onu oku» emri Peygamberisinl delil getirerek, namazda Kur'anın neresinden olursa olsun okunmasını, kılânldr için ser­best bırakmışlardır. Bu hadis mezhebimizin görüşünü kuvvetlendirdiği gi­bi, «Artık Kur'andan kolay geleni okuyun» ayeti de Kur'anddh belli bir sure veya ayetin okunmasına değil, sadece namazda herhangi bir ayetin okunmasına işaret eder.

Ubbade bin Samld (ra)in rivayet ettiği hadis, Hanefi alimlerine döfe, na­mazın batıl olduğuna değil, sünnet üzere kılınmadığına İşaret eder. Onlar, Fatiha'sız kılınan bir namazın kerahetle sahih olduğuna hükmederler. Bu hadis-i şerifi, Resulullah (sav)ın şu hadis-i şerifine benzetirler: «Evi mes­cide yakın (komşu) olanın namazı ancak mescldde olur.» Burdddh anla­şılan, mescldde kılınmayan namazın kabul olunmayacağı değil, sadece o namazın mükemmelinin mescldde kılınacağıdır.

Ebu Hüreyre (ra)den rivayet edilen hadiste geçen ve üç defa tekrar­lanan «O namaz noksandır» cümlesi bizim aleyhimize değil, lehimize bir delildir. Çünkü «noksandır» kelimesi namazın batıl olduğunu göstermez. Aksine, namazın noksan olarak kabul olunduğuna işaret eder. Eğer caiz (kabul) olunmasaydı ona «namazın noksandır» denilmezdi. Zira blrşeyin eksik oluşu, onun yokluğuna delalet etmez.

Buraya kadar kısa ve öz olarak cumhurun ve Hanelilerin delillerini aktardık. Konuya derin bir nazarla bakıldığı zaman, cumhurun görüşünün delil bakımından daha- kuvvetli olduğu görülür. Çünkü Resulullah (sav)ın ve sahabe-l kiramın gerek farz. gerekse nafile namazlarda Fatiha'yı oku­maya devam etmeleri Fatiha'sız bir namazın caiz (doğru) olmac'ğına işaret eder. Sahih ve sarih hadis-l şerifler bu yoldadır. Resulullah (sav)ın Fati­ha İle ilgili söz ve fiili, onun farz oluşuna kafi delildir.

Cumhurun görüşünü kuvvetlendiren delillerden biri de Müslim'in Ebu Katade (ra)den naklettiği şu hadis-i şeriftir: «Resulullah (sav) bize öğle ve ikindi namazlarını kıldırırdı. Birinci ve ikinci rekatlarda Fatiha ile diğer surelerden birer sure okurdu, öğle ve ikindi namazlarının birinci rekat­larında. İkinci rekatlarından daha uzun okurdu ve çoğu defa sesini bize duyuracak kadar yükseltirdi. Sabah namazını da aynen böyle kılardı.»

Konuyla ilgili olarak Taberî: «Resulullah (sav), namazın her rekatın­da Fatiha'yı okurdu. Eğer namazda Fatiha okunmazsa namaz caiz olmaz. Ancak namazda Fatiha'ntn ayet ve harf sayısından noksan olmamak kay­dıyla diğer bir surenin okunması da caizdir.» [70] der.

Kurtubî ise, «Bu delillerden en sahihi, imam Safî (ra), İmam Ahmed bin Hanbel (ra) ve imam Malik (ra)in son görüşleridir. Herkes Fatiha'yı namazın her rekatında okumalıdır.

Hiç yorum yok: