10 Kasım 2007 Cumartesi

her an bir sırattır (aykut tanrıkulu)

SIRAT..


Ötelerde değil, yanı başımda ve şimdi..


İçinde yaşadığım, bulunduğum ‘an’da adımlıyorum o köprüyü. Ya geçiyorum yada düşüyorum. Dünyanın, sırat köprüsünün görünen kısmına verilen diğer bir isim olduğunu kavrıyorum o an…


Varlık alemi, nasıl da bir var bir yok arası titreşiyor, hayret! Resmen titriyor. Sanki, sonsuz bir karanlıkta an-be an flaşlar patlıyor. Her şey, varlık sahnesinde boy göstermeye başladığı an da, yokluğun uç sınırına da varıveriyor. Atom boşluk, hücre boşluk, dünya boşluk, uzay boşluk… Zerreden küreye her şey boşlukta asılı durmakta ve yokluğun o uç sınırına kadar geliveriyor. Öyleyse, “yokluğun uç sınırıdır dünya” diyorum, “adımladığımız sırattır.”


Önce, felsefe gözüyle bakıyorum. O sıratın altındaki boşluğu ve yanı başındaki yokluğu gözlüyorum. En küçüğünden en büyüğüne, her şeyin nasıl olup da yokluğa yuvarlanıvermediğine hayret ediyorum. Müthiş bir hızla adımlıyorlar sıratlarını ama düşmüyorlar! (1)


Neden sonra, yumuşak ve sonsuz bir iple varlık aleminde asılı olduklarını fark ediyorum. Acizliklerine rağmen, ne kadar da haşmetli duruyorlar öyle.


“O gördüğün vahdet ipidir” diyor bir ses, “seni dağılmaktan kurtarıyor”. Kulak veriyorum, uzaklardan ama yanı başımdan geliyor: “Uzatılan rahmet ipine neden bağlanmıyorsun?” diyor, “Din gününün sahibi olan alemlerin Rabbine.” (2)


Önce uzak görüyor, ciddiye almıyorum. Oysa, Yaratıcıyla aramdaki bağı kopardığım her an da, sırattan düşüyorum ve kaybediyorum. Bir koca deveyi yardan uçuran bir tutam ot misali. Manen dağılıyorum. Dıştan bakınca var gibiyim, ama gerçekte yok oluyorum. İşte o an cehennem hayatı da başlayıveriyor.


Sonra, yokluğun sınırından döndürülen her şeyi hatırlıyorum; vahdet ipini. Din gününün sahibi olan alemlerin Rabbini. Kendimi de dahil ediyorum, o müthiş tevhidin, her şeyin içine. Kurumuş olan aklım, yeşermeye başlıyor vahyin ışığında. Koca koca alemleri içine alan bir kalbe sahip olduğumu fark ediyorum. En önemlisi de, sevildiğimi.


İsteyerek, “iyyake na’büdü ve iyyake nestain” diyorum. (3) Nurlanıveriyor sıratım. Önde Resul-i Ekrem ve ardından milyonlar geçiyor o köprüden. An be an. “ihdinas’sırat el-mustakîm. Sıratallezine en amte aleyhim” diyerek. (4)


Derken, felsefenin ayak seslerini duyuyorum cehennem tarafından. Düşüyorlar maalesef, düşüyorlar.. “gayril mağdubi aleyhim veleddallin.” diyorum, hamd ederek. (5)


Düşmemek için, Rabbime “Fatiha“ ile arz ediyorum halimi. Açmak ve aşmak için o köprüyü..


Sırat! Ötelerde değil, yanı başımda ve şimdi. Vahdet ipine sımsıkı sarıldığım ‘an’da geçiyorum onu. Ahirete aktarabildiğim ‘an’da..


Değilse…




Dipnotlar:


(1). Dünya, kendi etrafını roket hızında dolanıyor ( saatte 1800 km). Güneşin etrafını, top mermisinin 70 katı bir süratle dolanıyor (saatte 107.000 km). Galaktik döngüsünü ise, saatte tam 1.000.000 km’lik çılgınca bir süratle katediyor. An be an.. ama dağılmadan.


(2). Fatiha suresi : 2-3


(3). Fatiha suresi : 4


(4). Fatiha suresi : 5-6


(5). Fatiha suresi : 7

Hiç yorum yok: