10 Kasım 2007 Cumartesi

fatihaya tasavvufi bir bakış

alıntıdır

Fatiha’nın ilk ayeti, besmeledir. Bismillahirrahmanirrâhim’deki B harfi, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir vücutta tecelli etmesidir. Hangi vücutta? Peygamberin vücudunda. B vücuttur ve zulmani harftir. Eğer B’den geçersek, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) âyette dendiği gibi “Attığın zaman sen atmadın ama Allah attı” denecek kadar maddi varlığımızdan temizlenirsek B’nin altındaki nokta oluruz. Bu Hz. Nokta bismillahın mânâsını bize idrâk ettiren Ali makâmıdır. İşte elhamda bu makâma hamd ediyoruz. Bu makâm öğreticidir, bizi tefekküre götürür. Allah peygamberi ile Rahman yağmuru ve Râhim tecellisi ile Bir olur. Râhim tecellisi Peygamber’in mânâsını hâl edip o mânânın içinde korunmaktır. Bu korunma sanki dünya içinde ahirette yaşamak gibidir.

Elhamdülillahi Rabbilalemin; Fatiha’nın sırlarından bir tanesi bu üç kelimenin içindedir. Bir kere Alemlerin Rabbine hamd, hamdla başlıyor iş. Yani aslında burada bana hamdı öğret diye bir niyaz var. Hamdda çok önemli iki nokta var hamd şükrün daha üstünde bir makâm.

Hamd acı, sıkıntı, belâ, Allah’tan her gelenden memnun olma halidir. Ben her gelenden memnun oldum, ey Sevgilim diyor Allah’a ama Allah’ın hangi ismine diyor Rab sıfatına diyor.

Z.Ü.B.- Evet terbiye edene diyor?

C.S.- Hamd kelimesi Allah’tan Allah’a olduğu için, Allah’ın mânâsı ile Rab sıfatı arasındadır. Çünkü hamd bizim tek başımıza becerebileceğimiz bir hâl değildir. İnsanın acı ve sıkıntıyı gönlü ile hoş görmesi hatta bunu sıkıntı ve acı olarak hissetmemesi ancak Allah’ın o insanda tecelli etmesiyle mümkün olabilir. Meselâ hastalığına iyi gelecek acı bir ilacı içmek rahman tecellisi, fakat bundaki acıyı hissetmemek veya “Şifam için lâzımdır” demek tecellisidir. O yüzden burada hamdın kendinden kendine olduğunu, bu hale erişmenin ise Adem’e yani insan-ı kâmil’e secdeden geçtiğini bize öğretir.

Gene Muhittin-i Arabî diyor ki ‘Ayakta kılınan namazda bütün duvarların, ağaçların sevabını alırsın çünkü onlar da namaz kılarlar halleriyle -işte bu çekiliştir- rukûya vardığında dört ayaklı hayvanların ibadetinin, yere kapandığında sürüngenlerin ve nebatların, bitkilerin ibadetinin mânâsı sana zuhûr eder ve bütün onların sevabını -bak bir namaz süresince- bütün halin ibadetini yüklenirsin’ diyor. O halde rahman işte bu sıfattır. Herşeyin ibadet ettiği, herşeyin ona çekildiği, farkında olarak veya olmayarak o mânânın zuhûrudur.

Z.Ü.B.- Evet tek nokta etrafındaki cazibe değil mi?

C.S.- Biz ilimde affinité, çekim gücü diyoruz, makro ve mikro bütün âlemde Rahman tecellisi yani aşk ve cezbe vardır. Demirle oksijenin birbirine çekilmesi de Rahman tecellisidir. Bu çekilişten aslında sadece hareketten ibaret olan bu âlem zuhûr ediyor. Ve Râhim ortaya çıkıyor ,niye çıkıyor? Aşk zuhûr etti Rahmanla,Aşkla yarattığını Râhim içinde korumaya alan Allah dünya ve âlemi koruma altında tutar bu sıfatla. Ama bu sıfattaki koruma hissini yalnız hamd edenler hissedebilirler, ben korunuyorum diye hissederler. Onun için râhim hamdedenler için özel bir ayrıcalıktır, çok yüce bir sıfattır, ana kucağıdır, Allah’ın bize açtığı ana kucağıdır, aşkın kucağıdır râhim. Onun için O Rahman ve Râhimdir diye Allah kendine ait ve Peygamberinde tecelli eden bu iki hakikati bize hatırlatıyor, Fatiha öyle bir sure ki yarısı Allah’ın ağzından yarısı kulun ağzından. Allah’la kulun ortaklaşa paylaştıkları bir sure.

Z.Ü.B.- Evet muhteşem bir şey.

C.S.- Evet geldik din gününün sahibine. Din gününün sahibi olan Allah hangi günün sahibidir? Kıyametin sahibidir. Kıyam nedir? Ayağa kalktığın andır, huzura durduğun andır. Kıyam Allah’ın mânâsının sende zuhûr ettiği andır. Benden zannetme, onun sahibi benim diyor Allah, bizi uyarıyor. Çok önemli bir noktadır evet sorguya çekilecek olan da biziz, bize soracak sana el ve ayak verdim, ziraat yaptın mı, vücudundan ziraat yaptın mı, mânâ zuhûr ettirdin mi, mânâ cevherini ortaya çıkardın mı, o günün sahibiyim ben diyor. Ama o gün hangi gündür. O gün bu dünyada da yaşanabilir o gün insanın “Ben hiçmişim herşey O’ymuş” dediği gündür. “İşte o ancak benim lutfumla olur “diyor Allah, O günün sahibi benim diyor burada şiddetle bize kendi mânâsını hatırlatması var. Buradan sonra çok önemli bir noktaya geçiyoruz.

Z.Ü.B.- Kul konuşmaya başlar.

C.S.- Evet. Fatiha’nın içersinde şeriat, tarikat ve hakikat bu cümlelerde gizli dikkat edersen. Diyor ki Yalnız sana kulluk ederim, burası şeriattir, yani bir ben varım bir de sen varsın, ben sana ibâdet ediyorum ,benden zannederek ben olarak ibâdet ediyorum ama senden yardım isterim orası tarikat ya da tasavvuf yoludur. Ne diyor “Aa ben tek başına hiçbir şey değilmişim, Senden yardım gelirse ancak ben o kulluğu yapabilirim”diyor. Burada kâmil insanlar tir tir titrer. Zira yalnız senden yardım isterim dediğimizde bir de hatırlarız ki sıkıldığımızda bir çok yaradılmışa müracaat etmişiz. İşte o zaman yalancılığımız ortaya çıkar. İnsan-ı kâmil bu korkuyla titrer.

İyyakenağbüdü ve İyyakenestein’de diyorlar ki: Allah o kula “Ey dil benim huzurumda olduğunu söylüyorsun, benden imdat istiyorsun, bana ibâdet ettiğini söylüyorsun. Halbuki seni vekil eden âzâlar iftira ediyorlar, onlar benden gafildirler, sen ancak sana ibadet ederiz, ancak senden yardım isteriz diye bana yalan söylüyorsun”diye yüzüne vurunca ârifi billâh bu noktaya geldiğinde tir tir titrermiş. Namazın bu noktası bize kendimizi hatırlatma noktasıdır acaba namazımız yalan söylüyorsun diye yüzümüze çarpılacak mı diye ârif olanlar ödleri koparlarmış, kendilerini toplayıp ihtinassırâtelmüstakime geçebilirlerse çok bahtiyar addederlermiş kendilerini. Muhittin Arabî bununla, dilin namazda göze, kulağa, el, ayağa, karına, kalbe ve bütün vücuda tercüman olduğunu belirtiyor. Arifler bu sebeple namazın bu devresini son derece tehlikeli olarak addediyorlar. İnsan namazın bu devresinde huzurlu ise bütün mevcudiyeti ile Rabbine döner, dilin dediği gibi bütün varlığıyla ona yönelirse bu devrede o zaman namaz mümin için işte Mirâc oluyor diyor ârifi billâh. Eğer burayı atlar da diğer noktaya gelirsek sırât-ı müstakime o zaman zaten müstakim sırâtta olan bizi devralıyor ve iş kolaya doğru yönleniyor, miracta o demek.

Beni sırâtında müstakim eyle, burası hakikattir. Şimdi sırât-ı müstakim herhangi bir sırât değildir, müstakim devam eden sırâttır. Dünya hayatına bakarsan insanın sırât-ı müstakim üzre olması ancak mürşidinin, peygamberinin ahlâkıyla ahlâklanmasıyla mümkündür, müstakim bu demektir. İkincisi istikrar mucizedir diyor ârifler, sabit kadem olmak, yani vazgeçmemek, adam olamadım ben vazgeçeyim, yapamıyorum dememek gayret kılıcını elden bırakmamak, bu sırât-ı müstakimdir ve sonu tevhiddir. O yüzden Peygamber’in sırât-ı müstakimi tevhiddir. Allah bunu nasip etsin.

Ve sonra biliyorsunuz Fatiha suresi ‘kendilerine nimet verilenlerin yolu ve yanılmışların yolu değil’ diye rica ediyor.Burada dallin hıristiyanlık makâmı yani insan tevhide ulaşamadan yalnız aşkta kalırsa, ilmi bir kenara bırakırsa şekli putlaştırır.Ya da musevi makâmı gibi sadece ilme dönüp aşksız ilimde takılır kalır ki bu da mağdûbindir

Hiç yorum yok: