6 Kasım 2007 Salı

FATİHA TEFSİRİ

FATİHA SURESİNİN TEFSİRİ


"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla... Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. O, Rahman ve Rahim'dir. Din (mükâfat ve ceza) gününün sahibidir." (Fatiha: 1/1-3)

Bu üç ayet üç meseleyi içermektedir:

"Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" ayeti sevgiyi içerir. Çünkü Allah,nimet verendir. Dolayısıyla nimet veren varlık, nimetinin takdiri sebebiyle sevilir. Sevgi dört kısma ayrılır:

1 - Şirk olan sevgi:

(Herhangi bir varlığı Allah kadar sevmek veya yalnız Allah'a yapılması gereken ibadetleri, kendisine duyulan sevgiden dolayı, Allah'tan başkasına yapmaktır.) Bununla ilgili olarak Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"İnsanlardan bazıları Allah'tan başkalarını (Allah'a) denk tutarlar. Onları Allah'ı sevdikleri gibi severler. İman edenler ise en çok Allah'ı severler. Zulmedenler (ahiretteki) azabı gördüklerinde bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu muhakkak göreceklerdir." (Bakara: 2/165)

2 - Nifak olan sevgi:

Batılı ve batıl ehlini sevip, Hakka buğzetmek. İşte bu münafıklara ait bir sıfattır.

3 - Mubah olan sevgi:

Kişinin mal ve çocuklarına olan fıtri sevgisi gibi. Böyle bir sevgi kişiyi Allah'a itaattan alıkoymadıkça, Allah'a karşı haram işlemeye yardımcı olmadıkça, mubahtır.

4 - Farz olan sevgi:

Tevhid ehlini sevip şirk ehline buğzetmektir. İşte bu, imanın en sağlam kulpudur, en yüce ibadet şeklidir.

"O Rahman ve Rahim'dir" ayetinde umut,

"Din gününün sahibidir" ayetinde ise korku yer almaktadır.

"Ancak sana ibadet ederiz" ayeti şu anlamdadır:

Ey Rabbim! Yukarıdaki üç ayette geçen şekliyle sana ibadet ederim. Yani; Seni severek, Senden umutvar olarak ve korkuyu da elden bırakmayarak Sana ibadet ederim.

İşte bu üç temel ölçü, ibadetin rükünleridir. Bu üçünü Allah'tan başkası adına yapmak ise, Allah'a şirk koşmaktır. Yine bu üç ayet, sadece içerilen üç esastan birine takılıp kalmayı da reddetmektedir.

Örneğin sadece sevgi esasına takılıp da, diğerlerini bırakmak, ya da sadece umutvar olup da, diğer ölçüleri yerine getirmemek, yanlızca korku rüknünü alıp da diğer ikisini hesaba katmamak gibi. İşte kim bu üç temel ölçüden birini bile olsa terkederse, ya da başkası adına yaparsa yüce Allah'a şirk koşmuş olur.

Ayrıca bu ayetler, üç taifeye reddiye içermektedir. Kısaca üç taifeden herbiri yukarıda sunulan üç rükundan yanlızca birer tanesine sahip çıkmaktadırlar.

Örneğin sadece Allah (c.c)'a sevgiyle kullukta bulunurken diğer iki ölçüyü bırakmak gibi. Buna örnek olarak haricileri gösterebiliriz.

"Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz." ayetlerinde Uluhiyyet tevhidi ile Rububiyet tevhidi yer almaktadır.

"Ancak sana ibadet ederiz" uluhiyet tevhididir ki, ibadet edilecek varlık, olarak Allah'tan başkasını tanımıyoruz demektir.

"Ancak senden yardım dileriz" ayeti de Rububiyyet tevhidini kabullendiğimizi belirtir. Yani tüm varlıkları yetiştirenin, var edenin, imkan sahibi kılanın Allah olduğunu kabul ettiğimizi dile getirir.



"Bize doğru yolu göster." (Fatiha: 1/6)

Bu ayette bid'atçılara reddiye yer almaktadır.Son iki ayet insanların durumlarını bildirir.

"Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yolunu isteriz. Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil." (Fatiha: 1/7)

Yüce Allah burada insanları üç sınıfa ayırmıştır:

1 - Kendilerine nimet verilenler (Nebi, sıddık, şehid ve salihler)

2 - Gazaba uğramış olanlar (Yahudiler)

3 - Sapmış olanlar ( Hristiyanlar vb.)

Gazaba uğrayanlar, amelsiz ilim sahibi olanlardır.

Sapmış olanlar ise, yalnızca ibadet ehli olup da ilimden habersiz olanlardır.

Ayetlerin nüzul sebebi her ne kadar yahudilerle hristiyanlar hakkında olsa da, ayet bu nitelikleri üzerinde bulunduran tüm insanları kapsamaktadır.

Nimet verilenler ise,ilim ve amelin her ikisine birden sahip olanlardır. Allah'a karşı güç ve kuvvet gösterisinde bulunmaktan uzak durulmalıdır. Çünkü nimeti veren Allah'tır.

Allah'ı tam anlamıyla tanımak, her türlü eksikliklerden tenzih etmek, O'nu yüceltmek ve O'na tazimde bulunmak gerekir. Yine ayetten öğrendiğimiz başka bir gerçek de, insanın Rabbini ve bizzat kendisini tanıması gerçeğidir. Madem ki O Rab'dır, o halde mutlaka O'nu rab edinen vardır. Mademki O merhamet edendir, mutlaka bir merhamet olunan vardır. Madem ki ortada bir malik bulunmaktadır, o halde mutlaka O malik'in emrinde olan varlıklar olmalıdır. Madem ki ortada bir kul vardır. Mutlaka onun bir ilahı olmalıdır. Madem ki ortada hidayet eden vardır. Mutlaka bir hidayet olunan bulunmalıdır. Madem ki nimet veren vardır, mutlaka bu nimetleri alan da vardır. Madem ki gazaba uğrayan bir toplum vardır, mutlaka bu durumda gazabta bulunan bir varlık da vardır

Hiç yorum yok: