9 Kasım 2007 Cuma

fatiha tefsiri ve günümüz meselelerine bakış







alıntıdır








FATİHA SURESİ

Hamd, alemlerin Rabbi Allah içindir. Salat ve selam peygamberimiz Muhammed’e (sav), onun ali’ne, ashabına ve kıyamete kadar onun yolunu takip eden şehidler, sıddıklar ve salihlerin üzerine olsun. Rabbim bizleri de salih kullar zümresine katsın. (Amin)

Her insanın Müslüman olabilmesi için, Kelime-i Tevhidi tam olarak bilip ve söylemesi gerekir. Kelime-i Tevhidi anlamak için de Kur’an'ı anlamak gerekir, bu bağlamda, Kur’an'ın anası olan Fatiha suresini anlayalım.

Günlük beş vakit namazın her rekatında, Fatiha okunması emredilmiştir. Üzerinde düşünelim, acaba niçin başka sure değil de Fatiha? Allah-u Alem, bunun hikmeti, Kur’an'ın özünün bu surede gizli oluşudur. Bir başka yönüyle geçmişte sapıtan insanların sapıklık noktalarına Muhammed (sav) ümmetinin dikkatini çekmektir.

İşte, eğer geçmiş sapıklar türünden birileri bizim zamanımızda karşımıza çıkarsa, günlük beş vakit okuduğumuz Fatiha ile onlara karşı duralım, bakalım Fatiha'da ne diyoruz;



1. Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla. 2. Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. 3. O, rahmândır ve rahîmdir. 4. Ceza gününün mâlikidir. 5. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. 6. Bize doğru yolu göster. 7. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!



"Hamd, tüm alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur." Neden alemlerin Rabbi diyoruz da yaratıcısı demiyoruz? Çünkü, geçmiş sapık kavimler çoğunlukla Allah (cc)'ın yaratıcı olduğunu kabul etmişlerdir. Fakat Rab oluşuna itirazları olmuştur. Çünkü Rab kelimesi Arapça'da şu anlama gelir; melik ve malik, kefil olan, rızık veren, ihtiyaçları karşılayan, koruyucu hükümran, kanun koyan, yöneten ve düzenleyen.

İşte geçmiş kavimlerin kafir olanları, Allah'tan başka kanun koyucu, rızık verici kabul ediyorlardı. Böylece Allah'tan başka Rab ediniyorlardı. Tağutlaşıp azanlar hep bu noktada haddi aşıyorlardı. Bakın, firavun; “Ben sizin en büyük Rabbinizim” diyordu. İşte Firavun kendisinin yaratıcı olduğunu değil, kanun koyan, terbiye eden, rızık veren olduğunu iddia ediyordu. Firavun'a göre Mısır'ın maliki kendisiydi. İnsanlar da orada rızıklanıyorlardı. Yine kanun koyarak insanları itaat ettirip terbiye ediyordu ve böylece de sahte ilah oluyordu.

İşte Fatiha'da bu noktaya dikkat çekiliyor. Yani bir gün Muhammed (sav) ümmetinin başına Allah'ın kanunlarından başka kanun koyan gelirse; "Ben Fatiha'da Rab olarak Allah'ı kabul ettim, Firavun ve onun gibi sahte ilahları reddettim. Dolayısı ile sizin gibilere itaat etmiyorum, düşman oluyorum, yoksa günde beş vakit namazın her rekatında okuduğum Fatiha'ya ters düşmüş olurum." diyebilsin.

Bakın Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, özellikle Rab kelimesi kullanılmıştır. Allah Teala şöyle buyuruyor;

“Hani Rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutup ' Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' diye buyurmuştu, onlar da; 'Evet, şahit olduk.' demişlerdi. Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz diye. Yahut,' daha önce sadece atalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen kuşaktık. Şimdi o batıla sapanların işledikleri yüzünden bizleri helak mı edeceksin? demeyesiniz diye. İşte biz ayetlerimizi böyle açıklarız.” (A’raf 174)

Bakınız dikkat edilirse, Allah Teala ruhlar aleminde bize, yaratıcınız kim diye sormuyor da, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyor. Çünkü Allah Teala ezeli ilmi ile biliyordu. Kendisinin Rab sıfatına göz diken bazı tağutlar olacak. Yine ezeli ilmi ile biliyordu ki, böylesi tağutlara itaat ederek, Allah'ı değil de başkasını Rab edinenler ortaya çıkacak. İşte kullar mazeret göstermesinler, itiraz hakları olmasın diye Allah, ruhlar aleminde, bizden söz almıştır.

Yine bir başka ayette Allah Teala şöyle buyuruyor;

“De ki, şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur.Ben bununla emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim. (En’am 162-163)

…. Ruhlar aleminde verdiğimiz sözden sonra, tekrar bir daha bütün varlığımızla, Allah Teala'nın Rab olduğunu kabul edip, teslim oluyoruz . Bakınız, Allah Teala'dan başkasını Rab edinenlerin müşrik olduğunu Allah (c.c) bize şöyle haber veriyor;

"Onlar, Allah'ı bırakıp alimlerini, rahiplerini, Meryem oğlu Mesihi Rab edindiler. Halbuki onlar bir tek, ilaha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmamışlardı. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları her şeyden münezzehtir.” (Tevbe 31)

Bu ayetin tefsirinde hemen hemen bütün tefsirciler, Tirmizi'den rivayet olunan şu hadisi naklederler; Adiyy b. Hatem'den şöyle dediği rivayet edilir. Boynumda altın bir haç olduğu halde Peygamber (sav)'in huzuruna vardım. Şöyle buyurdu;“Bu da ne oluyor Ey Adiyy? Şu putu üzerinden at.” O'nu Tevbe Suresi'nde, “Onlar, Allah'ı bırakıp alimlerini, rahiplerini, Meryem oğlu Mesih'i Rabler edindiler.” buyruğunu okurken dinledim. Sonra şöyle dedi;“Onlar bunlara ibadet etmiyorlardı, fakat kendilerine bir şey helal kıldıkları vakit, onu helal belliyorlar. Haram kıldıkları vakit haram belliyorlardı."(Kurtubi Tefsiri C.8 s.198)

Ayette geçen ahbar, yahudi alimlerinin adıdır. ruhban ise, hıristiyan alimlerin adıdır. Bunları ne şekilde Rab edindiklerini Elmalılı anlattıktan sonra; "şimdi günümüzde o Rab edinilenlerin yerini, parlamentonun aldığını" söylüyor. Demek oluyor ki, parlamentoya itaat etmek, onları Rab edinmektir.

İşte bu gerçeğe parmak bastıktan sonra yine bakıyoruz, öldükten sonra kabirde sorulan ilk soru, Rabbin kim?, Nebi’n kim ? sorusu, neden? Çünkü kişi, parlamentoya itaat ettiyse orada Rabbim Allah diyemeyecek, rabbim parlamento diyecek. Rab olarak, yani kanun koyucu, terbiye edici olarak Allah’ı (c.c) tanıdıysa işte o zaman Rabbim Allah (c.c) diyecek.

"Errahmanirrahim" : Yüce Allah, alemlerin Rabbi olmakla kendi zatını nitelendirdikten sonra, Rahman ve Rahim olmakla da nitelendirmesinde korkutma anlamı bulunduğundan dolayı, hemen akabinde “Rahman, Rahim” ile nitelendirmiştir. Çünkü bu da, korkutmanın aksi olan, teşviki ihtiva etmektedir. Böylece yüce Allah, hem kendisinden korkmayı, hem de nimetlerine ümit beslemeyi ifade eden niteliklerini bir arada zikretmiş olur. Bu ona itaatte daha çok yardımcı olsun, isyandan daha çok uzaklaştırıcı olsun diye böyle gelmiştir. Tıpkı yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi;

“Kullarıma haber ver ki; Ben gerçekten mağfireti bol ve Rahim olanım. Benim azabımda elbette en acıklı azaptır.” (Hicr 49-50)

(O, yüce Allah) günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı şiddetli olan ve nimeti geniş olandır.” (Mü’min 3) (Kurtubi Tefsiri c.1 s. 372)

Allah Teala, Rahman sıfatı ile kafir Müslüman ayırt etmeksizin bu dünya da bütün canlılara merhamet eder. Rahim sıfatıyla ahirette sadece Müslümanlara merhamet eder. (Bu mana da ki ifadeler için Bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır)

" O, Din gününün maliki (sahibi)dir": Din gününün sahibi buyrulmuştur ve burada, uyarı ve korkutma biraz açıkça ortaya konmuştur. Çünkü din kelimesi Arapça'da ceza, hesap, kaza, siyaset, itaat, adet, hal, kahır, nihayet bütün bunlarla ilgili ve hepsinin binası ve ölçüsü olan millet ve şeriat manalarına gelir. Bu, doğrudan doğruya kıyamet manalarına gelmez. (Hak Dini Kur’an Dili)

Kur’an'ın çeşitli ayetlerinden Din kelimesinin kanun manasında olduğunu görüyoruz. Allah Teala şöyle buyuruyor;

"İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik, yoksa hükümdarın dinine (yürürlükteki kanuna) göre kardeşini (yanında) alıkoyamazdı.” (Yusuf 76) Net bir şekilde görüyoruz ki, kralın dininden kasıt, kralın kanunudur. İşte böylece şunu anlıyoruz; Allah Teala'nın Rab, Rahman ve Rahim oluşu Fatiha'da bize öğretildikten sonra kanun koyuculuğu da öğretiliyor. Çünkü Rab olarak kralı kabul edenler, kralın kanununa itaat eder. Allah Teala şöyle buyuruyor;

“Muhakkak Allah katında din İslam'dır.” ( Ali-İmran 19)

Kralın, yani tağutların kanunlarının Allah nezdinde hiçbir geçerliliği olmadığı gibi, böyle kanunlara itaat edenlerinde Allah (c.c)'ın dini ile bağlantısı yoktur. Allah Teala şöyle buyuruyor;

"Kim İslam'dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul olunmaz ve ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.” ( Al-i İmran 85)

Fatiha suresinde din ifadesiyle, Allah Teala'nın, kanun koyucu olduğunu, bu kanunların aksinin Allah (c.c) nezdinde hiçbir geçerliliğinin olmadığını ve İslam'dan başka din, (kanun) arayanın da büyük bir azaba çarptırılacağını ilgili ayetlerde görüyoruz.

Öğreniyoruz ki, geçmiş ümmetlerin düşmüş olduğu sapıklıklara düşmeyelim. Çağımızın Firavun ve Nemrutlarını, tereddütsüz reddedelim. Böylesi tağutların, Allah'(c.c)'ın emirlerine muhalif olan kanunlarına İslam'ın hiçbir ihtiyacının olmadığını bilelim. Çünkü İslam'da hiçbir eksiklik yoktur.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor;

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı beğenip seçtim.” (Maide 3) İşte bu ayette de görüyoruz ki, din, kemale ermiştir. (tamamlanmıştır) Hiçbir eksiği, gediği yoktur. Allah'ın kanunundan başka kanun arayan veya Allah'ın şeriatının dışında şeriatlara uyan kimse Allah'ın bu ayetine muhalif olur ve hangi şeriata uymuş ise, o şeriatın sahibinin dinine girmiş, ona ibadet etmiş olur. İşte biz böylelerini reddederek Fatiha da şunu söylüyoruz;

“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.” İbadet ederiz anlamı, itaat ederizdir. İbadet, itaat ve zilletle boyun eğmek demektir. (Kurtubi c.1 s.380)

Yani başkalarına itaat etmeyiz. Rab olarak Allah'ı kabul ettik, O'ndan başka Rab, ilah yoktur. Çağdaş Firavunların kanun ve hükümlerini hiçe sayarız. Tağutların baskı ve zulümlerine karşı Allah’tan yardım dileriz. Mekke müşriklerinin yaptığı gibi sahte ilahlardan yardım dilenmeyiz. Bu arada çağdaş müşrikler gibi; türbeden, ağaçtan, yatırdan, şeyhlerden ve benzerlerinden, yardım dileyerek, Allah’tan gayrı ilah edinmeyiz. Çünkü iman edenlerin velisi, sahibi, yardımcısı, Allah’tır. Allah’tan gayrı ilah edinerek, onlardan yardım dileyen kafirlerin yardımcısı ise tağuttur.

Allah Teala şöyle buyuruyor;

“Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır. İnkar edenlerin velileri ise tağuttur. Onları nurdan karanlıklara çıkartır. İşte onlar ateştedirler onlar orada ebedi kalıcıdırlar.” (Bakara 257) İşte Allah’tan başkasını veli, sahip edinerek ondan yardım isteyenin sonu imansızlık ve ebedi cehennemdir. Bu sebeple yalnız Allah’a ibadet eder ve ondan yardım dileriz. Zaten bizlerin yaratılma gayesi, Allah’a kulluktur. Allah Teala şöyle buyuruyor;

“Ben cinleri de insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat 56) Bakınız Allah (c.c), bizleri sadece emir ve kanunlarına itaat edip, ibadet edelim diye yaratmıştır. Mücahid’den gelen rivayette bu ayetin manası, ben onlara emirler vermek, yasaklar koymak için yarattım demektir. (Kurtubi c.16 s. 385)

Yine itaatin ibadet manasına geldiğine dair açıklamalar için, Elmalılı, Fi zilal, Mevdudi, Said Havva, Ö.N.Bilmen tefsirlerine bakınız.{mospagebreak}

Buraya kadar anladık ki, din kanundur. Din vaz’eden de, yani kanun koyan da Rab’dir. İtaat ise ibadettir. Kişi kimin kanununa itaat ederse ona ibadet etmiş ve Rab edinmiştir. Bu gerçeği öğrendikten sonra, Allah tan başka Rab edinme fitnesinden Allah’a sığınıyor ve diyoruz ki;

"Bizi dosdoğru yola ilet" : Yani İslam yoluna, İslam şeriatına. İmam Ahmed en Nevvas b. Sem’andan, o da Resulullah (s.a)'dan şöyle söylediğini rivayet eder; "Allah (c.c) şöyle bir misal getirdi: "Bir sırat-ı müstakim vardır. Bunun her iki yanında yüksekçe iki duvar, bu duvarlar da açık kapılar, kapıların üzerinde sarkıtılmış perdeler ve sıratın kapısında şöyle diyen bir davetçi, Ey insanlar, hepiniz bu sırat’a (dosdoğru yola), giriniz ve eğri büğrü yollara sapmayınız. İnsan bu kapılardan herhangi birisini açıp girmek istediğinde, bu sıratın üst tarafından bir davetçi şöyle der, Sakın ha! Bu kapıyı açmayasın, bu kapıyı açtığın takdirde, ondan içeri girersin. İşte bu sırat (yol) İslam'dır. Bunun iki yanındaki yüksek duvarlar, Allah'ın çizdiği sınırlardır. Açık kapılar Allah'ın yasaklarıdır. Sırat’ın başındaki davetçi, Allah'ın kitabıdır. Sıratın üzerinden seslenen davetçi ise, her Müslüman’ın kalbindeki Allah'ın tayin ettiği öğütçüdür.”

İşte ey Müslüman, senin yolun İslam'dır ve bu yolun iki tane davetçisi vardır. Birisi fıtratın, diğeri İlahi vahyin davetçisi. O bakımdan haramları irtikab ederek (işleyerek) İslam'a karşı kusurlu olma. Yoksa şeytani yolların girdabına yuvarlanırsın. (El Esas Fit- Tefsir c. 1 s. 48-49)

Kardeşler; doğru yol bu hadis-i şerif ile belirtilmiştir ki, o da Allah'ın hükümleridir. Sağında ve solunda ayrılan yollara sapmayalım, Kur’an'a kulak vererek böylesi sapıkların fitnesinden kurtulalım. Sırat-ı Müstakim, dosdoğru yoldur. Kur’an ve sünneti kendimize rehber edinir, İslam yoluna devam edersek, bizleri cennete götürür. Bunu bırakıp demokrasi, komünizm gibi, batıl dinlerin sistemlerini kendimize yol, araç edinirsek,bizi küfre ve cehenneme götürür. Allah korusun. Bakınız Allah Teala bu konuyla ilgili şöyle buyuruyor;

“Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra sizi, O’nun yolundan ayırırlar. İşte sakınırsınız diye, Allah sizlere bunları tavsiye etti.” (En’am 153)

Darimi, Abdullah b. Mesud (ra)'dan şöyle denildiğini rivayet eder; "Rasulullah (sav) bir gün bize bir çizgi çizdi, sonra şöyle buyurdu“ İşte bu, Allah'ın yoludur.” Daha sonra onun sağında bir takım çizgiler, solunda da birtakım çizgiler çizdi. Sonra da buyurdu: “ Bunlardan her birisinin başında ona çağıran bir şeytanın bulunduğu bir takım yollardır.” sonra da bu ayet-i Kerimeyi okudu." (Kurtubi c. 7 s. 237)

Hadis imamları Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet ederler; Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Size neyi emrettiysem onu alınız. Size neyi yasakladıysam ondan da uzak durunuz.”

İbni Mace ve başkaları da, El İrbad b. Sariye'den şöyle dediğini naklederler: "Rasulullah (sav) bize öyle bir vaaz da bulundu ki, ondan dolayı gözler yaşardı, ondan dolayı kalpler korkuyla titredi; ey Allah'ın Rasulü! dedik, bu adeta veda edenin öğüdüne benzemektedir. Bize neyi tavsiye edersin? Şöyle buyurdu: “ Ben sizi (hiçbir şüphe ve tereddüt gerektirmeyen) apaydınlık yol üzerinde bıraktım. Onun gecesi de gündüzü gibidir. Benden sonra bu yoldan, helak olanlardan başkası sapmaz. Aranızda yaşayacak olanlar, pek çok ayrılıklar görecektir. Size benim sünnetimden ve benden sonra hidayet bulmuş, Raşit Halifelerin sünnetinden, bildiğinize bağlı kalmanızı tavsiye ediyorum. Onlara dişlerinizle kavrarcasına sımsıkı sarılınız. Sonradan uydurma işlerden (bid’atlerden) de sakınınız. Çünkü şüphesiz her bid’at sapıklıktır. Size itaat etmenizi tavsiye ediyorum. İsterse başınızdaki Habeşli bir köle olsun. Şüphesiz mü’min burnuna halka takılmış deve'ye benzer, nereye çekilirse oraya gider." (Kurtubi c. 7 s. 239)

Kardeşler, bu Hadis-i Şeriflerde de görüyoruz ki, Kur’an'a, Sünnet'e ve Raşit Halifelerin sünnetine sımsıkı sarılmak lazım, öyle ki, dişlerle kavrar gibi. Müstakim yola devam etmek, bu yoldan ayrılan yollara sapmamak gerek. Sapan yolların başındaki bu yollara çağıran, şeytan veya şeytanlaşmış insanların davetini, elimizin tersiyle itelim. Yoksa, yahudi ve hıristiyanlar gibi, fırka, fırka olup sapıtırız. Allah korusun. Bakınız, İbni Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki: “ Şüphesiz İsrail oğulları’nın başına gelenlerin aynısı, adım, adım ümmetimin de başına gelecektir. O kadar ki, Onlardan herhangi bir kimse, annesine açıkça varıyor ise, ümmetimden de bu işi yapan çıkacaktır. Ve şüphesiz israiloğulları, yetmiş iki millete (fırkaya) ayrılmıştır. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, hepsi cehennemde olacaktır, Bir tanesi müstesna." Peki bu fırka hangisidir ey Allah'ın Rasulü, diye soran ashaba Hz. Peygamber (sav); “Benim ve ashabımın yolunu takip edenler.” diye cevap vermiştir. (Kurtubi c. 4 s. 312)

İşte sapıklıktan kurtulabilmenin çaresini Allah Rasulü bizlere göstermiştir. Bizler bu tarife göre hareket ederek, sadece amelimize güvenmiyor ve diyoruz ki,

“Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna”

Bizim hidayetimizi sürekli kıl demektir. Çünkü insan bazen doğru yola iletilir, sonra da bu doğruluk yolu üzere olması sona erdirilebilir. Müfessirlerin büyük bir çoğunluğu der ki; Burada, Peygamberlerin, sıddıkların, şehidlerin ve salihlerin yolu kastedilmektedir. Bu görüşlerini de Yüce Allah’ın şu buyruğundan çıkarmışlardır:

“Kim Allah'a ve Peygamberler'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği, peygamberlerle, sıdıklarla , şehidlerle, salihlerle beraberdirler. Onlar ne iyi, ne güzel arkadaştırlar.” (Nisa 69)

Ayet-i kerime bunların dosdoğru yol üzere olduklarını göstermektedir. Fatiha suresinde ki ayette de kastedilen işte budur. Bu hususta ileri sürülen bütün görüşler, dönüp dolaşıp buraya gelir. O bakımdan, konuyla ilgili ileri sürülmüş görüşleri tek tek sıralamanın anlamı yoktur. (Kurtubi c.1 s. 383)

Böylece Allah Teala'ya, hangi yolu istediğimizi ifade ettikten sonra, hangilerinden de uzaklaşma isteğimizi bu şekilde dile getiriyoruz.

"Gazaba uğrayanların ve yolunu sapıtanlarınkine değil." Gazaba uğrayanlar yahudiler, sapıtanlar da Hıristiyanlar olduğu cumhur ulema kabul etmiş ve şu ayetleri delil getirmiştir;

"…ve Allah'tan gelen bir gazaba uğratıldılar” (Bakara 61)

“Ve Allah, onlara karşı gazaplanmış…” (Fetih 6)

Hıristiyanlar hakkında da:

“ Bundan önce onlar sapıklığa düşmüş, birçok kimseyi saptırmış ve sonra da dümdüz yoldan sapa gelmişlerdir.” (Maide 77) (Kurtubi c. 1 s. 386)

Bu son bölümde özellikle, yahudi ve hıristiyanların, kısacası bütün gayrimüslimlerin, dinlerini, yollarını reddediyoruz.

Peygamberlerin, sıddıkların, şehidlerin, salihlerin yolunu talep ediyoruz. Ne ilginçtir ki bugün dünyayı idare eden batıl sistemler, yahudi ve hıristiyanların icadıdır. İşte biz bu ayetleri okumakla, demokrasi, laiklik, komünizm gibi Allah'ın şeriatına dayanmayan, küfür sistemlerini reddediyor ve Allah'a teslim oluyoruz. İşte bu sözünde samimi ve sadık olanlara, Bakara suresinin ilk ikinci ayetinde şöyle buyruluyor;

“İşte bu kitap, onda hiçbir şüphe (eğrilik, yanlışlık) yoktur. Takva sahipleri için hidayettir.”

Kardeşler, Allah Teala, hidayet kaynağının, yani sapıklıktan kurtulmanın tek çaresinin Kur’an-ı Kerim olduğunu bizlere haber veriyor. Öyleyse bizler her meselemizi bu kitaba göre çözelim, ihtilaf ettiğimiz ve şüphelendiğimiz hususlarda hep bu kitaba başvuralım, beşeri görüşlere ve sistemlere değil.

{mospagebreak}

Allah Teala bizlere hidayet kaynağının Kur’an-ı Kerim olduğunu bildiriyor. Bakalım Kur’an’dan bizlerin imanlı olarak kalabilmemiz için ne hükümler var. Allah Teala şöyle buyuruyor;

"Dinde zorlama yoktur. Hak batıldan ayrılmıştır. Kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa tutunmuştur muhakkak ki Allah Semi’dir, Alim’dir.” (Bakara 256)

Ayetin dinde zorlama yoktur bölümü ile ilgili tefsirlerde uzun uzun açıklamalar vardır. Bunların özeti gayrimüslimler illa İslam’a gireceksin diye zorlanamaz, belli şartlara bağlı kalmak kaydıyla İslam beldelerinde inançlarını rahatça yaşayabilirler gerçekten hak batıldan iyice ayrılmıştır. Hidayet ile dalalet, iman ile küfür, apaçık delillerle birbirinden ayırt edilir haldedir.

Artık kim tağutu inkar edip… Tağut; tuğyandan gelmektedir. Allah’a karşı haddi aşan her şey tağuttur. Şeytan ise bütün haddi aşanların arkasındadır.

İşte tağutun inkar edilmesi, beşeriyetin Allah’a şirk koşmak, Allah’tan başkalarının hükmüne başvurmak veya Allah’tan başkalarından yardım dilemek gibi yaptıkları her türlü şerri red ve inkar etmektir. Tağutun inkar edilmesi ve ona kafir olunması ise onun reddedilmesi, küçümsenmesi, hakir görülmesi, ona itaat edilmemesi ve alçaltılmasıdır. Allah’a iman eder hakkıyla Allah'ı tasdik eder ve bunun gereklerini yerine getirecek olursa kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. (El-Esas Fit Tefsir C.2 S.141)

El-Cevheri der ki: "Tağut, kahin şeytan ve sapıklıkta başı çeken her kimsedir." (Kurtubi C.3 S.494) Bu ayet bize gösteriyor ki; tağutu reddetmeyen Allah’a iman etmiş olmuyor, iman ettiğini söylese de. Tağutun inkar edilmesi ve Allah'a iman dil ile söylenen ve kalp ile inanılan hususlardandır. Bundan dolayı yüce Allah’ın sıfatlarından “Semi’dir” her şeyi işitendir buyruğu dil ile söylenen şeyler için: “Alim'dir" (her şeyi bilendir) buyruğu da inanılan şeyler hakkında kullanılır, o bakımdan ayetin bu buyruklarla sona ermesi gayet güzeldir. (Kurtubi C.3 S.496)

Allah’ın kanununun nizamının dışında olan demokrasi ve particilik de bir tağuttur. İnkar edip karşı çıkmayan iman etmiş olmaz çünkü demokraside hakimiyet yani hüküm koyma milletindir bunun gereği olarak insanlar sandık başına giderek hakimiyet haklarını kullanırlar böylece Allah’ın hakkı olan hakimiyeti kendilerinde gören halk fert fert tağut olur. Bir başka boyutu ile insanlar önce demokrasiye imanı gereği olarak hakimiyeti kabul ederler sonra oy vererek Allah’tan gayrı hüküm koyucu seçerler böylece Allah’tan başka ilah edinmiş olurlar çünkü Allah’ın Zati veya Subuti sıfatlarının herhangi birini başkasında gören o nesneyi İlah edinmiş olur. Allah Teala el-Hakim’dir; yani hüküm ve hikmet sahibidir.

Oy vererek kanun koyucu seçen, el hakim olarak seçtiği kişiyi görmüş olur. Bu kişiler abdest de alsa, namaz da kılsa ve Allah’a yapılması gereken ibadetlerin Hepsini Allah’a yapsa da hüküm koyma yetkisini seçmiş oldukları tağutlara verdikleri için Allah’ın dininden çıkıp tağutun kulu olurlar. Çünkü;

“Hüküm ancak Allah’ındır “ (Yusuf 40) Hüküm Allah’ın, biliyoruz, bunu bilerek Allah’tan başka kanun koyucu seçsek ne olur?

Allah Teala şöyle buyuruyor;

"O, kimseyi hükmüne ortak yapmaz.” ( Kehf 26)

Bir başka ayet;

"Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmez ise işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide 44 )

Bu ayetlerden öğrendik ki; hüküm Allah’ın, Allah hükmüne ortak kabul etmez. Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenlere kafir diyebilir miyiz? Allah bize bu hakkı vermiş midir? Evet vermiştir, Allah (cc) şöyle buyuruyor;

"De ki : Ey Kafirler!" (Kafirun 1 )

Demek ki sırası gelirse kafirlik yapana, "ey kafir!" denilir. Deylemi'nin Abdullah b. Cerad’dan yaptığı. rivayete göre Rasulullah (sav) buyurdu ki; "Münafık olan kuşluk namazı kılmaz ve kafirun suresini okumaz" (Elmalılı C.9 S.214) İşte çağdaş münafıklarda kafirlere kafir denilmez diyorlar.

Bakınız Kafirun Suresi'nin nüzulü hakkında Elmalılı şunu naklediyor;

Çoğu tefsirciler olayı şöyle anlatırlar; Kureyş’in ileri gelenlerinden bir gurup müşrik Rasulullah (sav)'e şöyle bir teklif getirirler; "Gel bizim dinimize tabi ol, biz de senin dinine tabi olalım. Bir yıl Sen bizim ilahlarımıza ibadet edersin, Bir yıl da biz Senin İlahına ibadet ederiz." Bu teklife Rasulullah (sav) şu cevabı verir; “Allah’a başkasını ortak koşmaktan O’na sığınırım.” Bu cevap karşısında müşrikler; "O halde bizim ilahlarımızın başına el sürüver de seni doğrulayıp ilahına ibadet edelim." dediler. İşte bu sure bu olay üzerine indi. Sabahleyin Mescid-i Haram’a giden Rasulullah (sav) orada Kureyş’ten kalabalık bir gurupla karşılaşır ve başlarına dikilerek kendilerine sureyi okuduktan sonra, onlar da artık tekliflerinden vazgeçerler. (Elmalılı C.9 S.215)

Bu haberden de anlıyoruz ki kafire kafir demek farzdır ve Rasulullah da kalabalık müşrik topluluğuna; “Ey kafirler! “ diye hitap etmiştir. Yine anlıyoruz ki ne pahasına olursa olsun dinde taviz verilmez. Çok basit gibi görülen puta el sürmek de olsa. Bu gün Müslüman olduğunu iddia ettiği halde, Allah’ın şeriatını kaldırıp küfür ahkamı getirerek tağutlaşan kişinin kabrini ziyaret eden, namazın farzlarından olan kıyamı, onun karşısında duranlar Muhammed ümmeti olduğunu iddia ederken utanmıyor mu? Peygamber’i bu konuda kendine nasıl örnek ediniyor acaba!{mospagebreak}

Halbuki Allah (cc) şöyle buyuruyor;

“Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını kılma. Kabirleri başında da durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resulü’nü inkar ettiler ve fasık olarak öldüler.” (Tevbe 84)

Biz tekrar kafire kafir denilir mi sorusunun cevabını İmam-ı Azam ile talebesi arasında geçen konuşmadan alalım;

Talebe (Ebu Mukatil), İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye şöyle sorar;

Hakkı tavsif eden (bilen) fakat muhalifinin zulüm ve haklılığını bilmeyen kimse için ne dersiniz? Bu, o kimse için caiz olur mu? O kimsenin hakkı bildiği yahut hak ehli olduğu söylenebilir mi?

İmam: O kimse hakkı tavsif edip muhalifinin haksızlığını bilmediği zaman adli (adaleti) de zulmü de bilmiyor demektir. Ey kardeşim, bil ki bana göre bütün zümrelerin en cahili ve en kötüsü şüphesiz bu kimselerdir.

Onların durumu kendilerine beyaz bir elbise getirilen ve rengi sorulan dört kişinin durumuna benzer. Bu dört kişiden birisi 'bu bir kırmızı elbisedir" der. Diğeri, "bu bir sarı elbisedir" der . Üçüncüsü ise, "bu bir siyah elbisedir" der . dördüncüsü de "bu elbise beyazdır" diye cevap verir. Bu sonuncuya önceki üç kişinin hatalı mı yahut isabetli mi olduğu sorulduğunda; "şüphesiz ki ben elbisenin beyaz olduğunu biliyorum. Fakat onlarında doğru söylemiş olmaları mümkündür" der. (İmam-ı Azam'ın Beş Eseri S.11)







Logged









Ebu Hamza

Administrator

Üye BilgileriFull Member
*****


Offline Offline



Mesaj Sayısı: 134

Üyelik Bilgileri








« Yanıtla #1 : Eylül 21, 2007, 12:08:28 ÖS »




Ebu Muti der ki; İmam-ı Azam'a "Bir kimse kafiri kafir olarak bilmem" derse diye sordum. O kafir gibidir, dedi. Eğer; "Kafirin son gideceği yer neresi olduğunu bilmem derse" diye sordum. "O; Allah’ın Kitabı'nı inkar etmiş ve kafir olmuş olur" dedi. (İmam-ı Azam'ın Beş Eseri S.40)

Bu rivayetler gösteriyor ki; Küfür içerisinde olanlara kafir demek bir gerekliliktir. Yoksa kendi kendimizle çelişmiş oluruz.

Kardeşler bazı İslam dininden çıkmış sapık kimseler en iyi demokrasi İslam olduğunu söyleyerek İslam'ı bilmeyen cahil halkın kafasını karıştırıyorlar.

Bunlar demokraside güya İslam'a benzerlik var diye böyle söylerler halbuki bir nesne bazı yönleri ile bir başka nesneye benzeyebilir bu benzerlik o ikisinin ayni şey olduğunu göstermez. Misal; tavuk iki ayaklı, insan da iki ayaklıdır öyle ise tavuk insandır, demek gibi bu ne kadar saçma ve alakasızsa demokrasi İslam'dır demek de o kadar saçma ve küfürdür. Çünkü İslam’la demokrasi taban tabana zıttır bu iki sistem kaynakları itibarıyla bir birinden farklıdır. İslam, kaynağını Allah’tan alır, vahiye dayanır, kaynak Kur’an, örnek Peygamber der. Bu sistemin adı da “şeriattır, şeriat nizamdır" Demokrasiye gelince; demokrasi “halk idaresi” şeklinde tarif edildiğine göre, kaynağını insan kafasından alır ve insan fikrine dayanır. İşte Allah’ın vahyine dayanmayan demokrasiyi reddetmek farzdır, red etmeyen iman edemez ettiğini söylese de Allah nezdinde geçersizdir.

Demokrasiyi yıkmak İslam nizamını hayata hakim kılmak imanın gereğidir. Bunun için demokrasinin vazgeçilmez unsurlarını ortadan kaldırmak gereklidir. Parti İslam'la bağdaşmaz. İyi niyetle de olsa parti desteklemek küfürdür. Küfür olan bir işte iyi niyetin bir faydası yoktur. Biz İslam devleti için parti kuruyoruz diyenlerin sözleri batıldır. Peygamber Efendimizin hareket metoduna aykırıdır.

Rasulullah (sav) laik demokratik esaslara dayalı Mekke şirk devletinin hakim olduğu, tağutların hüküm sürdüğü bir ortamda on üç yıl tebligatla uğraştı. Böyle bir ortamda İslam'ı yaymakla ve İslam’a davet etmekle meşgul oldu. Mekke şirk devleti laik idi. Çünkü devlet yönetiminde “Hakimiyet kayıtsız şartsız insanındır” ilkesi hakimdi. Hakimiyet hakkını insana vermiş heva ve hevesler ilahlaşmıştı. ”Hakimiyetin, gerçek sahibi olan Allah Teala'ya devredilmesi gerekir. Ondan başka ilah yoktur.“ diyen Rasulullah (sav)'e karşı en şiddetli zorbalığı ve kaba kuvveti kullanıyor, en alçak baskı ve işkenceleri tatbik ediyorlardı. Mekke şirk devletinin yöneticilerince din ve devlet birbirinden tamamen ayrı idi. Din devlete karışmaz idi. Devlet, insanlar tarafından keyiflerince yönetiliyordu. Söyledikleri kanun, yaptıkları kanuni idi. Din, devlete ve tağutların hakimiyetine karışmadıkça hürmete layıktı. Mekke’de az da olsa yahudi ve Hıristiyanlar vardı. Onlara yaşama hakkı tanınıyordu. Çünkü onlar, devlete ve iktidara karışmıyor, Mekke müşriklerinin kanununa rıza gösteriyorlardı. Fakat ne zaman ki Rasulullah (sav) nübüvvet ve risaletle gönderildi. Putların ve tağutların hiç bir hakimiyet hakkının olmadığını, hakimiyetin yalnız ve yalnız Allah Teala'ya ait olduğunu söyleyince, O'na ve O'nun getirmiş olduğu dine karşı çıktılar. Çünkü laik devlette din ve dini olan şeyler, devlete, iktidara ve hakimiyete karışmamalıydı. Karıştığı vakit işler değişiveriyor ve değerlendirmeler başkalaşıyordu. Mekke şirk devleti aynı zamanda demokratik bir devletti. Çünkü devletin yönetim merkezi olan “daru'n nedve“ adlı parlamentoya kabile temsilcileri, yani kırk yaşını doldurmuş kabile vekilleri iştirak ediyor ve devleti hep beraber yönetiyorlardı. Kabile vekilleri kendi kabilesi diğer bir değişle kendi düşüncesini yani partisini temsil ediyordu bu kabile vekilleri ayrı ayrı meselelerde kabilelerini menfaatlerini korumaya çalışırken tüm Mekke'yi ilgilendiren bir milli mesele olunca hep beraber hareket ediyorlardı. Mekke parlamentosundaki kabile temsilcileri birbiri ile çarpışırken milli diye bilinen meselelerde veya laik demokratik putçu iktidarlarının zedelenmesi meselesinde ortak tavır alıyor, birleşiyor ve karşı tarafı yok etmek için el birliği ediyorlar idi . (Yeryüzünün Varisleri S.156 157)

Bu anlatılanların daha açık delilini Allah Rasulü (sav) Mekke'den Medine'ye hicret ederken müşrikler bu konuyu aralarında görüşüp karar almak üzere toplanmalarında görüyoruz. Her kabilede kabilenin büyüklüğüne göre bir, iki, üç veya daha çok kabile temsilcisi toplandı Resulullah'a ne yapacaklarını uzun uzun tartıştılar nihayet ebu cehilin görüşü kabul edildi ve Resulullah'ı öldürme kararı aldılar. (M. Asım Köksal C.5.6 S.142)

Bugünkü parlamento, o günkü daru'n nedve, onlar da oy çokluğu ile karar alıyor ve Allah’ın Kitabına bakmıyorlardı. Onlar kabilelerden, kabilenin büyüklüğüne göre vekil sayısı belirleyip meclise gönderiyorlardı. Bunlar da bölge büyüklüğüne göre. İşte böyle bir parlamentoda kral olması Allah Rasulüne müşrik parlamento temsilcileri tarafından teklif edildi. Rasulullah kabul etmedi. (Siyer İbnil’ Hişam) (İ.S. Sırma Mekke Dönemi 62)

Rasulullah kral olup, sonra da yavaş yavaş İslam'ın hükümlerini getirip ve Peygamberliğini ilan edemez miydi. Halbuki sahabeler kafirler tarafından işkence görüyordu. İş başına gelip buna son verebilirdi. Ama böyle şirk kanunlarının yürürlükte olduğu bir meclise kral olmak caiz olmaz idi. Halbuki bugün kendilerinin Müslüman olduklarını söyleyen particiler bundan daha basitini kabul ediyor, bununla da İslam'a faydalı iş yapacaklarını zannediyorlar. Particiler parti kurabilmek için m. kemalin ilkelerine bağlı kalıp koruyacaklarına söz veriyor. Yani kemalizm dinine giriyorlar. Buna karşılık partiye müsaade ediliyor acaba bunlara krallık teklif edilse ne yaparlar? İslamcı olduklarını söyleyen particiler İslam hukukunun neresinden buluyor? Bu yaptıklarını acaba particilerin parti kurma ve başbakanlığına kadar uzanan süreçte yaptıklarına bir bakalım ;

1- Parti tüzüğü hazırlarlar, bu tüzükte şirk kanuna bağlı kalacaklarına, laikliği koruyacaklarına söz vererek kemalizm dinine girerler. Çünkü din kanundur. Biz bunun delillerini Fatiha tefsirinde vermiştik

2- Seçilir de milletvekili olurlarsa yine aynı yemini ederler. Yani parti tüzüğüyle kemalizm dinine yazılı girerler. Sözlü olarak ta radyo ve televizyon aracılığıyla tüm dünyaya ilan ederler. Allah Rasulüne de bunların yaptığı yemine benzer bir yemin teklif edilmişti şöyle ki; Rasulullah küçük yaşta amcası ile Şam'a ticaret kervanı ile giderken Rahip Bahire'nin sorduğu suallere doğru cevap vereceğine dair putlar üzerine yemin etmesini istemesi üzerine Rasulullah; "Hayır ben putlardan hiç hoşlanmam dolayısı ile onlar üzerine bana yemin verdirme." demişti. {mospagebreak}

3- Şirk meclisinde hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir yazılıdır. Bunlar da orada oturur Allah'ın kanunlarına zıt kanun koyarlar. Bu halleri Maide 44'e göre kafirlik, Yusuf.40’a göre ilahlık taslamaktır. Bunlar o şirk meclisinde hiç bir şey yapmasa da sadece orada otursa yine de kafir olurlar, neden? Çünkü; Allah (cc) şöyle buyuruyor;

"O size Kitap'ta şunu indirdi: Allah’ın ayetlerini inkar edildiğini onlarla alay edildiğini işittiğiniz vakit onlar başka bir söze dalıncaya kadar yanlarında oturmayın çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz. Doğrusu Allah münafıkları da kafirleri de cehennemde bir araya toplayacaktır." (Nisa. 140)

Bu ayetin tefsirinde genelde tefsirciler bir yerde masiyet işleniyorsa Müslüman, ya müdahale edip düzeltecek ya terk edip gidecek ikisinden birini yapmayan duruma göre orada işlenen küfürse küfür, günahsa günah işlemiş olacağını anlatırlar.

Bakınız Kurtubi şunları anlatır. Yüce Allah’ın: "Onlar başka bir söze dalıncaya kadar yanlarında oturmayın" yani, küfür ve inkardan başka bir söz söyleyinceye kadar onlarla birlikte oturmayın. “Çünkü o zaman sizde onlar gibi olursunuz.” İşte bu buyrukta, münkeri açığa vurdukları takdirde masiyet işleyenlerden uzak durmanın vücubuna delalet vardır. Çünkü onlardan uzak durmayan bir kimse onların fiillerine razı olmuş olur. Küfre rıza ise küfürdür. Nitekim yüce Allah da: "Çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz.” diye buyurmaktadır. Buna göre masiyetin işlendiği bir mecliste oturup da onlara karşı tepki göstermeyen herkes günahta onlarla beraber eşit olur. Masiyet sözünü söyleyip bunun gereğince de amel ettiklerinde onlara tepki göstermesi icap eder. Eğer onlara tepki gösterme gücünü bulamıyorsa, bu ayet ‘i kerimenin tehdit ettiği kimselerden olmamak için yanlarından kalkıp gitmesi gerekir. Ömer b. Abdülaziz (ra)’ dan rivayet edildiğine göre o, şarap içen bir topluluk yakalar. Orada hazır bulunanlardan birisi hakkında; oruçlu olduğu kendisine söylenince, ona karşı takınması gereken edebi hatırlattı ve: “Çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz” ayetini okudu. Yani, masiyete razı oluş da masiyettir. Bundan dolayı masiyeti işleyen de, ona razı olan da o masiyetin cezasına hep birlikte helak edilinceye kadar maruz kalırlar.

4- Particiler anıtkabire giderek saygı duruşu yaparlar. Yazılı ve sözlü olarak girmiş oldukları kemalizm dinine fiili olarak ibadet etmek sureti ile kemalizme imanlarını pekiştirip böylece İslam'dan çıkıp ihlaslı bir kemalist oluyorlar. Çünkü bu yaptıkları küfre saygı göstermektir şer'an tahkir edilmesi gereken, yani kötü, değersiz görülmesi gereken kemalizmi ve bu dinin sahte ilahı m. kemali tazim ediyorlar yani saygı gösterip yüceltiyorlar. Şöyle bir kaide vardır. Şeriata göre saygı gösterip yüceltilmesi gereken bir şeyi tahkir edip küçümsemek de şer'an tahkir edilip (yerilmesi küçümsenmesi) gereken bir şeyi tazim etmek (yüceltmek, saygı göstermek) de küfürdür. m.kemal Allah'ın şeriatını kaldıran kur'an'ı ve kur'an dilini yasaklayan mescitlere kilit vurduran Allah'ın Rasulüne (haşa) baldırı çıplak çöl bedevisi diyen bir adamdır. Bu adamın ilke ve inkılabı da kendisi de, kabri de leş ve necistir. Allah Teala şöyle buyuruyor;

"Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktir.” (Tevbe 28) Bir başka ayet;

"Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler." (Tevbe 84)

Particilere sormak lazım hem Müslümanlık iddiasında bulunuyor hem de bütün bunları nasıl yapıyorlar? Bunların fetvasını nasıl veriyorlar? kaynak olarak neyi alıyorlar? Çünkü bunların bütün yaptıklarının Kur'an'da, Sünnet'te, müçtehit imamların fetvalarında yeri yoktur. Bunlara delil sorduğunuz zaman; tağuti devleti kalkındırmak için yaptıkları çalışmaları anlatırlar. Halbuki tağuta hizmet Allah'a ibadet değil küfürdür. Kısacası bunlar kendi yaptıklarını İslam'i diye anlatırken bile küfürlerini anlatıyorlar Allah bizleri böyle bir hastalıktan uzak kılsın. Amin.

Particiler derler ki; Bu sizin anlattıklarınız doğru, biz de biliyoruz, fakat, biz iktidarı ele geçirelim, zamanla yavaş yavaş İslam hukukunu getiririz. Halbuki bu da küfürdür. Çünkü kanun dindir, kanuna itaat ibadettir, kişi kimin kanununa itaat ederse onun dinindendir ve onu ilah edinmiş demektir. Bu insanları önce kendimize kul edelim sonra Allah’a kul ederiz demektir ve küfürdür. Allah Teala şöyle buyuruyor;

"Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak kitabı (Kur'an-ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeraîtler de) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir." (Maide48)

"Sana şu talîmatı verdik: Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına belâ etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır." (Maide 49)

"Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?" (Maide 50)

Yüce Allah peygamberine kendisini çekmek istedikleri noktalardan onlara tabi olmayı yasaklamaktadır. (Kurtubi C 6 S.273)

İbn İshak’dan nakledildiğine göre o şöyle demiştir; İbn Abbas dedi ki: Yahudi ilim adamlarından bir topluluk bir araya gelerek şöyle dediler: Gelin Muhammed'e gidelim. Belki onu dininden uzaklaştırabiliriz. Çünkü oda bir insandır. Onun yanına gidip şöyle dediler: Ey Muhammed, sen de bilirsin ki biz yahudilerin bilginleriyiz, biz sana uyacak olursak yahudiler den hiçbir kimse bize muhalefet etmez. Ancak bizimle bir topluluk arasında bir anlaşmazlık vardır. Biz onları da getirir senin hükmüne baş vururuz sen de, sana iman etmemiz için bizim lehimize ve onların aleyhine hükmet. Rasulullah (sav) bunu kabul etmedi ve bu Maide 49. ayeti nazil oldu. (Kurtubi C. 6 S.276 277)

Bakınız Yahudiler bile Allah'ın hükmü ile hükmedilmediği zaman İslam dininden kişinin uzaklaşacağını biliyor da, ben de Müslüman'ım diyen particiler bilmiyorlar, yada işlerine gelmiyor. Yukarıda Maide ayetlerinde gördük ki; hükmedersek adaletle hükmetmemiz gerekiyor, onların heva ve hevesine göre değil. Adalet ise hiç şüphesiz İslam kanunlarıdır. İslam kanunlarından başka bir kanunla hükmeden ne kadar iyi niyetli olursa olsun buna Allah (cc) müsaade etmiyor. İsra Suresi'nde şöyle buyuruyor;

"Neredeyse seni bile sana vahy ettiğimizden başkasını bize karşı uydurasın diye fitneye düşüreceklerdi. O takdirde seni dost edineceklerdi." (İsra 73)

Said b. Cübeyr dedi ki: Peygamber (sav) tavafı esnasında Hacer-i Esved'i istilam ederken, Kureyşliler onu engelleyerek şöyle dediler: Sen bizim ilahlarımıza bir yakınlık göstermedikçe Hacer'i istilam etmene müsaade etmeyeceğiz. Peygamber, kendi kendisine şöyle düşündü: "Allah, benim bu işten hoşlanmayıp tiksindiğimi biliyorken onlar da benim Hacer'i istilam etmeme müsaade ettikten sonra, benim bu putlara yakınlık göstermemin bana bir zararı olmaz." Ancak yüce Allah bunu kabul etmeyip, bu ayet-i kerimeyi indirdi. Mücahid ve Katede de böyle demişlerdir.

İbn Abbas da, Ata'nın rivayetine şöyle demiştir. Bu ayet-i kerime Sakifliler Heyeti hakkında inmiştir. Bunlar, Peygamber (sav)'a gelerek ondan olmadık isteklerde bulunup şöyle dediler: Sen bir süre bizim ilahlarımızla yararlanmamıza izin ver ki, onlara verilecek hediyeleri alalım. Bu hediyeleri aldıktan sonra bu putlarımızı kırar ve İslam'a gireriz. Mekke'yi haram belde ilan ettiğin gibi vadimizi de haram bir bölge ilan et ki, Araplar bizim kendilerine üstünlüğümüzü itiraf etsinler. Rasulullah (sav) onların bu isteklerini kabul edecek gibi olunca, bu ayet-i kerime indi. Şöyle de açıklanmıştır: Burada işaret olunan Kureyşlilerin büyüklerinin, Peygamber (sav)'a söyledikleri şu sözlerdir: Şu düşük seviyeli kimseleri ve köleleri yanımızdan uzaklaştır ki, biz de seninle birlikte oturalım ve senin sözlerini dinleyelim. Peygamber (sav) bunu yapmak istedi, ancak böyle davranması ona yasaklandı.

Katade der ki: Bize nakledildiğine göre, Kureyşliler bir gece sabaha kadar Rasulullah (sav) ile baş başa kaldılar. Onunla konuştular, ona saygıda kusur etmediler, onu kendilerine yaklaştırmaya, kendilerine doğrultmaya çalışıp durdular ve şöyle dediler: Ama sen öyle bir şey getirmektesin ki, insanlardan hiçbir kimse bunu getirmiş değildir. Sen bizim efendimizsin, ey efendimiz deyip durdular ve bu şekilde sözlerini sürdürmeye devam ettiler. Nihayet Peygamber (sav) bazı istekleri hususunda onlara yaklaşacak gibi oldu, sonra da Allah onu bu işten korudu. Ve bu ayet-i kerimeyi indirdi. (Kurtubi C.10 S. )

"Ve eğer Biz sana sebat vermemiş olsaydık, onlara az kalsın biraz meyledecektin" (İsra 74)

"O takdirde Biz sana, hayatında, ölümünde kat kat (azab)'ını tattıracaktık sonra bize karşı hiçbir yardımcı bulamayacaktır." (İsra 75)

Peygamber (sav) asla onlara meyletmeyi içinden geçirmiş değildir. Aksine, buyruğun anlamı şöyledir: Eğer Allah'ın senin üzerinde lütuf ve ihsanı olmasaydı sen de onların isteklerini kabule meyledecektin. Fakat, Allah'ın senin üzerindeki lütfunun eksiksizliği sayesinde böyle bir şeye yanaşmadın. Bu açıklamayı da el-Kuşeyri nakletmektedir.

İbn Abbas dedi ki: Rasulullah (sav) masum idi. Fakat bu onun ümmetine, onlardan herhangi bir kimse Allah'ın hüküm ve şeraitleri hususunda müşriklere hiçbir şekilde meyletmemesi için bir uyarıdır. (Kurtubi C.10 S. )

"O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir." (Hûd ll2)

"Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz!" (Hûd ll3){mospagebreak}

Artık sen de… emrolunduğun gibi dosdoğru ol buyruğunda hitap Peygamber (sav)’e ve başkalarınadır. Hitap O'na olmakla birlikte, maksat O'nun ümmetidir de denilmiştir. Bir diğer görüşe göre “dosdoğru ol” Allah’tan din üzere dosdoğru kalmayı dile ve bunu O’ndan iste diye açıklanmıştır. Süfyan b.Abdullah es-Sakafi’den şöyle dediği nakledilmektedir. ”Ey Allah’ın Rasulü, dedim İslam'a dair bana öyle bir söz söyle ki onun hakkında senden sonra hiç kimseye soru sormayayım. Hz. Peygamber şöyle buyurdu; “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol.”

Darimi Ecdi’den şöyle dediğini rivayet eder; ”İbn Abbas’ın huzuruna girip ona ; "Bana tavsiyede bulun." dedim. O da;"Olur dedi. Allah'ın takvasına ve dosdoğru istikamet üzere olmaya dikkat et. Tabi ol, bid'atçı olma." (Kurtubi C.9 S.165)

Katade der ki; ”Buyruk zalimleri sevmeyin ve onlara itaat etmeyin anlamındadır." İbni Cüreyc; ”Onlara hiçbir şekilde meyletmeyin anlamındadır.” demiştir. Ebu’l Aliye ise; “Onların amellerine razı olmayın." diye açıklamıştır ki hepsi de birbirine yakın açıklamalardır.

İbn’i Zeyd der ki; ” Burada rükundan kasıt zalimlere yağcılık yapmaktır. Bu da onların küfürlerini tepki ile karşılamamak, reddetmemek demektir."

Bu ayeti kerime kafirler ile bid'at ehli ve onların dışında türlü masiyet işleyen kimseleri terk edip onlardan uzaklaşmaya delildir. Çünkü bu gibi kimselerle sohbet ve arkadaşlık küfür veya masiyettir. Zira arkadaşlık ve sohbet ancak sevgiden dolayı söz konusudur.

“Sonra size ateş dokunur.” Yani onlarla içli dışlı olmak onlarla sohbet etmek, onların (haktan) yüz çevirmelerine rağmen onlara karşı çıkmamak ve yaptıkları işlerde onlara muvafakat etmek sebebiyle ateş sizi yakar.” (Kurtubi C. 9 S.166-167)

İbn Kesir’den :

Allah Teala , Rasulü ile inanan kullarına dosdoğru yolda devam ve sebatı emrediyor. Bu, zıt gidenlere muhalefet ve düşmanlara karşı zaferde yardımların en büyüklerindendir. Onları haddi aşmaktan ve azgınlıktan men ediyor. Zira bu, bir müşrike karşı dahi olsa helaktir, helak edicidir. Allah Teala kullarının amellerini en iyi gören olduğunu, hiçbir şeyden gafil olmadığını, O’na hiçbir şeyin gizli kalmayacağını bildiriyor. Allah Teala ; ”Zulmedenlere meyletmeyin” buyurur.

İbn Abbas’tan naklen Ali İbn Ebu Talha burayı, ”onlara yağcılık yapmayın” şeklinde açıklar. Avfi ise İbn Abbas’ın buradaki "meyli" küfre meyletmekle tefsir ettiğini söylemiştir.

Ebu’l Aliye; ”onların amellerini hoşgörüyle karşılamayın” derken, İbn Abbas’tan rivayetle İbn Cüreyc; “haksızlık edenlere meyletmeyin” açıklaması getirmiştir. Bu söz güzeldir. Yani zalimlerden yardım istemeyin ki, böylece onların geri kalan işlerinden hoşnut olmuş gibi olursunuz. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka sizi kurtaracak bir dostunuz, O’nun azabından sizi kurtaracak bir yardımcınız da yoktur.

Fi zilal Kur’an’dan:

Burada dikkatleri bir noktaya çekmek istiyoruz. İstikamet'ten sonra gelen emir, “kusur ve eksiklikten uzaklaşmak” ile ilgili değil, haddi aşan tecavüzle ilgili bir emirdir. Zira “dosdoğru yürümek” emri ve bununla şart olan vicdan uyanıklığı ve takva bazı kere olur ki, dini kolaylıktan zorluğa götüren bir haddi tecavüz ve aşırılıkla son bulur. Halbuki Allah, dininin gönderdiği gibi yaşamasını emretmektedir. Hiçbir ifrata ve tefrite dalmadan, dosdoğru, emrolunan şekilde hareket edilmesini istemektedir. İfrat ve aşırılık da, tefrit ve noksanlık gibi bu dini ana mihrakından çıkarır. Tabiatını değiştirir. İnsanları dosdoğru tutmak, gerek ihmalkarlığa, gerekse aşırılığa sürüklememek için çok önemli bir dokunuştur bu….

Öyleyse ey Peygamber! Sen ve beraberinde tevbe etmiş bulunanlar, emrolunduğun gibi dosdoğru yolda yürü!... “zulmedenlere yönelmeyin, yoksa size ateş dokunur!” Yeryüzünde güç ve kuvvet sahibi olmuş Allah’ın kullarını baskı ve sindirmeyle ezmiş, Allah’tan başkasına kul etmiş zalim, zorba ve diktatörlerin zulmüne dayanmayın, güvenmeyin… yönelmeyin sakın onlara… Çünkü sizin onlara yönelmeniz, yani bu yeryüzünün en büyük kötülüğünü normal kabul etmeniz ve bu büyük günaha ortak olmanız yüzünden “Size de ateş dokunur.”

Hak Dini Kur’an Dili’nden:

Seninle beraber tevbe edenler de, yani şirkten tevbe edip de imanda sana iştirak ederek maiyetinde bulunan, Müslüman olan her kimse de senin gibi “müstakim” olsun ve azmayın; yani Allah’ın tayin ettiği huduttan çıkmayın, istikamet haddinden inhiraf edip de ifrat veya tefrite sapmayın aşırı gitmeyin ey Müslümanlar! Çünkü O Rabb’iniz, bütün yapacağınıza “basir” dir. Ona göre mükafaat veya mücazat eder. Ve zulmetmiş olanlara eğilmeyin. Yani herhangi bir zulüm, bir haksızlık yapmış olanlara yaklaşmak, müdahale etmek şöyle dursun, meyil bile etmeyin ki, size ateş dokunur.

Saffetü’t -Tefasir’den:

Ey Muhammed! Rabb’inin sana emrettiği gibi Allah’ın emri üzerinde dosdoğru yürü. Ebedi ve devamlı bu istikamette yürü. İnkar ve şirkten dönüp de seninle beraber iman edenler de dosdoğru yürüsünler. Haramları işlememek suretiyle Allah’ın emri üzerinde dosdoğru yürü. Ebedi ve devamlı bu istikamette yürü. İnkar ve şirkten dönüp de seninle beraber iman edenler de dosdoğru yürüsünler. Haramları işlemek suretiyle Allah’ın koyduğu sınırları geçmeyin. Çünkü O amellerinizden haberdardır ve onların karşılığını size verecektir. Zalim idarecilere ve onların dışındaki diğer fasıklara yakınlık göstermeyin. Sonra sizi cehennem ateşi yakar.

Beyzavi şöyle der: “Rükün" az eğilmektir. Yani onlara doğru az bir şekilde dahi olsa yakınlık göstermeyin. Sonra, yakınlık göstermeniz sebebiyle sizi ateş yakar. Kendisinde zulüm denecek kadar bir şey bulunan kimseye, birazcık eğilim göstermek böyle olursa, zulüm ile damgalanmış zalimlere eğilim göstermek ve onlara tamamen yaklaşmak hususunda ne dersin? Sizi Allah’ın azabından koruyacak kimseniz yoktur. Sonra bu belaya karşı size yardım edecek kimse de bulamazsınız.

Kurtubi şöyle der: Bu ayet, kafirlerden ve isyankarlardan uzak durmak gerektiğine delalet eder. Çünkü onlarla beraber olmak, onlar gibi kafir ve isyankar olmaktır. Zira onlarla beraber olmak onlara sevgiden ileri gelir. Mecburi hallerde zalimle zahiren dost olmak bu yasaklamanın dışındadır.

Hicazi'nin Furkan Tefsiri’nden:

Zulmedenlere meyletmeyin. Hiçbir hususta onlara dayanıp güvenmeyin. Zalimlere meyletmek apaçık bir zulümdür. Bu yasak, bizde yaygın halde bulunan manevi bir hastalığı tedavi etmektedir. Bu hastalık, ihtiyaçlarımızı gidermeleri ve çıkarlarımızı korumaları için büyüklere (devlet ileri gelenlerine) sığınmamızdır. Bunun için de onların etrafına sokulur, dalkavukluk ederiz. Hakkı gizler, iyiliği emretmez, kötülüğü yasaklamayız. Allah’ın dinine veya hukukuna tecavüz eden zalimdir. Ya kafirlerle müşriklere ne dersiniz? Kendi kendilerine, başkalarına, milletlerine, vatanlarına zulmedenlere yönelmeyin. Aksi taktirde size cehennem ateşi dokunur. Allah’tan başka size faydası dokunacak dostlarınız da olmaz. Sonra Allah’tan başka size yardım eden de bulunmaz.

Hülasatü’ l- Beyan Fi Tefsiri’l Kur’an ‘dan

Hülasa, zalimlere velev ki azıcık olsun bir meyille meyletmek ve onlara iltifat etmek caiz olmadığı, eğer azıcık bir meyille meyledilirse o meylin, Cehennem ateşine sebep olacağı ve o meyilden hasıl olacak azabdan Allah’tan gayri kurtaracak bir dost bulunamayacağı ve meylettikten sonra meyledenlerin hiçbir kimse tarafından yardım olunamayacakları ve yardım olunmaları pek uzak olduğu bu ayetten müstefad olan fevaid cümlesindendir. Bütün bu yazdıklarımızdan sonra şöyle bir soru akla gele bilir. Particiler veya onların yaptıklarının benzerini yapanlar küfür oluyor ama bu insanlar namaz kılıyor Allah’a ve Rasulü'ne iman ettiğini söylüyorlar. Bunlar da Yahudi, Hıristiyan ve Mecusiler gibi kafir mi oluyor? Bu nasıl olur.

Bu gibi soruların cevabını İmam Azam Ebu Hanife’den alalım;

Ebu Mukatil Hafs b. Selm es-Semerkandi Ebu Hanife'ye sorar; Acaba ibadetleri muhtelif ve çok olduğu halde, kafirlerin küfrü niçin aynıdır?

İmam-ı Azam; Kafirlerin küfrü ve inkarı bir fakat ibadetleri farklıdır. Mesela bir yahudiye kime ibadet ettiğini sorarsan, "Allah’a ibadet ediyorum." der. Allah’ı sorduğun zaman da, O'nu beşer şeklinde yaratılmış olan oğlu Üzeyr olduğunu söyler. Bu durumda olan kimse Allah'a iman etmiş olmaz.

Eğer bir hıristiyana kime ibadet ettiğini sorarsan; "Allah'a ibadet ediyorum." der. Allah'ı sorduğun zaman da O’ onun İsa’nın cesedinde ve Meryem’in rahminde gizlenen, bir yere sığan ve giren varlık olduğunu söyler. Bu durumda bulunan kimse ise Allah’a iman etmiş olmaz.

Mecusi'ye de , kime ibadet ettiğini sorarsan, o da “Allah’a ibadet ediyorum,“ diye cevap verir. Fakat Allah’ı sorduğun zaman; "O'nun ortağı, eşi ve çocuğu bulunan bir varlık olduğunu" söyler. Bu durumda olan bir kimse de Allah’a iman etmiş olmaz. Bütün bu kimselerin Allah’ı bilmemeleri ve inkarları birdir. Vasıfları, sıfat ve ibadetleri ise çok ve değişiktir.

Mesela, üç kişi var, bunlardan biri kendisinde, dünyada eşi bulunmayan bir beyaz inci mevcut olduğunu iddia ediyor. Daha sonra bir kara üzüm tanesini çıkararak, bunun inci olduğunu iddia ediyor. Diğerleri ile bu konuda tartışmaya giriyor. Bir başkası kendisinde dünyada benzeri bulunmayan, bir inci olduğunu iddia ederek bir ayva çıkarıyor ve bunun inci olduğuna yemin edip insanlarla münakaşaya giriyor. Üçüncüsü, eşsiz kıymetteki incinin kendisinde bulunduğunu iddia ederek bir çamur parçası çıkarıyor ve bunun inci olduğu hususunda yemin ederek, başkalarıyla bahse giriyor.

Bu üç kişi inciyi bilmedikleri konusunda birleşmişlerdir. Zira, sıfatları çok ve değişik olmasına rağmen hiçbiri inciyi bilmemektedirler. İşte böylece sen, onların tavsif ve ibadet ettiklerine, ibadet etmediğini bilirsin. Çünkü onlar üç yahut iki ilah tavsif ediyorlar, tavsif ettiklerine de ibadet ediyorlar. Oysaki sen, bir olan Allah'ı tavsif ediyorsun. O halde senin ibadet ettiğin Mabud'un onların ibadet ettiklerinden başkadır. Onların ma’budu da, senin ibadet ettiğinden başkasıdır. Bunun için Kur’an’da; ”De ki, ey kafirler, ben sizin taptıklarınıza tapmam, sizde benim taptığıma tapmazsınız” (Kafirun 1-3) buyrulmuştur. (İmam-ı Azam'ın Beş Eseri s. 29-30)

"De ki: Allah'ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi. De ki: Ben sizin arzularınıza uymam, aksi halde sapıtırım da hidayete erenlerden olmam." (En'am 56)

"De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır." (En'am 57)

"(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Al-i İmran 31)

"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur." (Nisa 48)

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki

kurtuluşa eresiniz." (Maide 35)
"Şüphe yok ki kâfir olanlar, yer yüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler onlardan asla kabul edilmez; onlar için acı bir azap vardır." (Maide 36)
alıntıdır

Hiç yorum yok: