6 Kasım 2007 Salı

büyük kuran tefsirinde fatiha (ali aslan)


1) EL-FÂTİHA SÜRESİ

Mekke döneminde nazil olmuştur Yedi âyetdir

(1) Rahman ve Rahim (dünya ve âhiretin küçük ve büyük nimet­lerini ihsan eden) Allanın adiyle (okumaya başlıyorum)..


(2) Hamd, (bütün ferdleriyle ezelden ebede kadar) Allah'a mahsusdur. O, Allah ki, âlemlerin terbiye edicisidir.


(3) Rahman, Rahim


(4) ve ceza günü­nün sahibidir.


(5) Yalnız ve yalnız sana ibadet ederiz. Yalnız senden yardım isteriz.


(6) Bizi doğru yola hidayet et.


(7) Nimet verdiğin kimselerin yoluna!.. Gazaba uğrayanlann ve sapıtanların (yoluna) degil.[1]



Tefsir



Kur'ânı Kerîm'in hicretten önce nazil olan kısmına «mekkî» [yani Resûlullahın Mekke'de bulunduğu dönemde nazil olan kısım], Hicretten sonra inen kısmına da «medeni» [yani Medine dönemin­de nazil olan kısım] denir. Resûlullaha hicretten sonra inen Kur'ân kısmı, ister Mekke'de inmiş olsun jöne Medenîdir. Hicretten önce na­zil olan âyetler nerede nâziî olursa olsun Mekkî'dir. Binaenaleyh «mekke'de veya medine'de inmiştir» tâbirleri tam manasiyle doğru değildir. En doğru tâbir «Mekke döneminde veya Medine döneminde nazil olmuştur» demektir.


«el fatiha» adlı bu mübarek sûrenin başka adları da vardır: «Ümmül-Kur'ân» [Kur'ân'ın annesi ve aslı], «El-Esas» [Kur'anın esa­sı ve muhtevasını kapsayan], «El-Vâfîyye» [yerine getiren], «el-kâ-fiyye» [kapsayıcı ve yeterli], «Sûretul Hamd», «Sûretuş-Şükür», «Sû-retud-Dua») [Zira Hamd, şükür ve duayı kapsamaktadır] «Sûretu ta'-limil -Mesele» [dilek öğreten sûresi], «Sûretüs-Salât» [Namaz sûresi] de denilmektedir. Zira namazda okunması ya farzdır veya vacip veya müstehabdır.


Resûl-i Ekremin «Bu sûre, her derde devadır!..» mealindeki, ha­dîsi şerifinden ötürü «Eş-şafiyye» ve «Eş-şifâ» adlarını da almıştır. İtti­fakla yedi âyet olduğundan tekrarlanan yedi âyet mânâsına gelen Es-Sebü'l Mesani» adım almıştır. Zira bu sûre, namazda tekrarlanır veya Cebrail (A.S.) onu bir kaç defa getirmiştir. Namazın farz oldu­ğunda Mekke'de, Kıblenin değiştiğinde Medine'de nazil olduğu riva­yet edilmiştir. «Yemin ederim ki sana tekrarlananlardan yedi âyet ver­dik!..» mealinde ve Mekke döneminde nazil olması kesin olan âyetle «El-Fâtihe» nin hicretten önce nazil olduğu kesinlik kazanmıştır.


Mekke ve Kûfe*li kıraat ve fıkıh âlimlerine, «İbnul-Mübarek» ve îmam-ı Şafî'ye göre, sûrelerin başında bulunan «Bismillahir-Rahma-nir-Rahim» her sûrenin bir âyetidir. Medine, Basra ve Şâm fâkihleri, îmam-ı Mâlik ve Avzaî aksini savunmuşlardır. İmam-ı A'zam «Ebu-Ha-nife»nin bu hususda kesin bir içtihadı görülmediğinden onun nezdin-de de «Besmele»nin Fâtihe sûresinden bir âyet olmadığını söylediği sanılmıştır!.. Halbuki, talebesi İmanım Muhammed'den Besmelenin du­rumu sorulduğunda «Kur'anı Kerim'in iki kapağı arasında bulunan her şey Allah'ın kelâmıdır.» dedi.


Besmeleyi Fâtihe ve diğer sûrelerden bir âyet olarak gösteren de­lillerin bazıları:


1) Ebû-Hüreyre (R.A.) rivayet etti: «Allah'ın Resulü (sallalla-hu-âleyhi ve selleme) Fatihetül-Kitab (Kur'anın başlangıç sûresi) yedi âyettir. O, âyetlerin ilki Bismillahir-Rahmanir-Rahim'dir.» [2]


2) Ümmü-Seleme (R.A.) den «Resûlullah (S.A.V.) El-Fâtihayı okudu. «Bismillahir-Rahmanir-Rahimi El-Hamdu lillahı Rabbil-Ale-min»i bir âyet saydı.» rivayet edilmiştir [3]


Bu iki hadîsden ötürüdür ki, Besmelenin başlı başına bir âyet ol­duğunda ihtilâf edilmiştir.


3) Kur'ânı Kerîm'in iki kapağı arasında bulunan her şeyin Allah kelâmı olduğunda ittifak vardır.


4) Selefi-Salihin zamanında «âmîn» kelimesi bile Kur'an'dan ol­madığı için yazılmadığı halde ittifakla Besmeleyi her sûrenin başında yazarlardı.


«Ehemmiyetli bulunan ve Besmele ile başlanılmayan bir şey bere­ketsizdir.» hadîsi şerifi, Besmelenin her helâl işin ve icraatın başında getirilmesinin lüzumunu bildirir.Bundan hareket ederek Ebû-Hanife hazretleri «Besmelesiz kesilen hayvanın eti yenilmez» demiştir.. «Bes­melesiz birleşmelerin mahsulü olan yavruda şeytanın dahlı vardır» de­nilmiştir!..


«Er-Rahmân» «Er-Rahim» Rahmet kökünden gelen iki sıfat [ni­telik] tırlar. Mübalağalı bir tarzda merhametli olmayı ve kalbin ince­liğini ifade ederler. Bu mânâ ise, Allah için muhaldir. Zira Mevlâmız iç organlarının varlığından münezzeh ve uzaktır. Öyle ise gerek bun­lar ve gerekse bunlara benzer sıfatlar Allah'a neticeleri itibariyle ve­rilir. «Allah merhamet sahibidir» denildiğinde onun kalbi çokça ince­dir mânâsına gelmez. Çünkü Allah (C.C.) için kalb gibi bir organ.bahis konusu değildir. Belki «Allah çokça kullarına ihsan eder, Fazl-u Keremde bulunur» demektir.


«Rahman», sıfatı «Rahim» sıfatından daha fazla mânâ ifade eder. Bu mübalağa, hem kemiyet, hem de keyfiyet bakımından vardır. Ke­miyet [Ne kadarlık yani aded] bakımına binaen «Ey Dünyânın Rah­manı ve âhiretin Rahimi!» diye Allaha seslenilmiştir. Zira dünyâda hem müminin hem de kâfirin ihtiyacını görür, âhirette ise, sadece mü­min kullarına ikramda bulunur.


Keyfiyete [nasıllık] binâen de «Ey dünyâ ve âhiret Rahmanı ve ey dünya Rahîmi!» diye Allaha yalvarılmıştır. Zira âhiret âleminde verilen nimetlerin tamamı büyük nimetlerdir. İçlerinde küçük nimet yoktur: Dünyadaki nimetler ise, geçiciliklerinden küçük ve kıymetsiz­dirler, âhiret nimetine oranla...


«hamd» kelimesi, hiç bir tesirde kalmayarak kendiliğinden iyi­lik yapana karşı kullanılan bir kelimedir. Mesela: Hiç bir tesirde kal­mayarak kullarına ihsanda bulunan Allaha hamd etmek gibi «me-dîh» ise, ister kendiliğinden versin ister herhangi bir şeyden etkile­nerek yapılsın iyiliğe karşı yapılır. Mesela: Zeyd'i güzelliğinden ötürü medhetmek gibi!.. Bir insana güzelliğinden ötürü «Hamd ettim» de­nilemez. Medh ettim denilir.


«şükür» ise, inanç, söz ve iş yönünden olan nimete karşı yapı­lır.


zemm [yermek], Hamdin tersi, Küfran [inkâr - nankörlük] Şükrün tersidir.


«El-Hamdu» kelimesindeki edat [tarif harfi] ya cins içindir veya istiğrak [her ferdi kapsamak] içindir. Manası: «Hamdın her türlüsü ezelden tâ ebede kadar kimden çıkmış ve kim için yapılmış ise, hepsi Allaha mahsusdur.» Zira Hamdı gerektiren nimetler vasıtasız veya va­sıtalı olarak AUahdan gelmiştir.


«rabb» kelimesi aslında masdardır. Tedrici [peyderpey] bir tarz­da tamamlayan ve kemâle erdiren anlamına gelen terbiye manası­nadır. Mübalağayı ifade etsin diye sıfat olmuştur. Darwinizmin te­kâmül Kanunu değil, uluhiyet sıfatına uygun düşen Tedrîc kanu­nunu ifade eder. Dolayısıyle muhatablanna sabırlı olmayı önerir. Yaradandan başka neki varsa hepsine hudûs [var olma] damgasını vu­rur. Varedilenden varedene gitmeyi tavsiye eder.


âlemin kelimesi cemi' [çoğul] dur. Müfredİ [tekili] alem'dir. Yaradanın bilinmesine vesile olan cevher [öz] ve araz [geçici nitelik] ların hepsine denir. Canlı, cansız her tür varlığı kapsar. Müfred [te-kil]inde cemi' [çoğul] manası bulunduğu halde yine de çoğul edatla­rının takılmasıyla çoğullaştırılması bir çok âlemin varlığını haber ver­mek içindir. Bütün bu âlemler hadis [sonradan varedilmişjtir. Elbet­te bir Mühdise [varedene] ihtiyacı vardır. Kendiliğinden oluşmamış­tır.


«rabbil-âlemin» terkibi, imkân dahilinde bulunan ve Hudûs çerçevesine giren bütün varlıkların varoldukları halde bir varedene muhtaç olduğu gibi, devamlılığı müddetinde de hayatım sağlayan bir zata muhtaç olduğunu bildirir!..


Mecazî manâda dahî olursa, hiç kimsenin hiç bir şeye sahib bu­lunmadığı ceza gününün tek mutasarrıfı [Hâkimi] bulunan Allah'a Hamd mahsustur. Ceza gününün sahibi demekle diğer günlerin sahibi değildir manâsı çıkmaz. Zira o, her günün ve her zamanın sahibidir. Ancak ceza günü en mühim gün olduğundan tasrih edilmiştir. Be tahsis ceza gününün sahibi denilmiştir.


«Asım» ve «El-Kısayî»nin dışında kalan diğer kıraat âlimleri «me­liki yevmid-din» şeklinde okumuşlardır. Bu tarz okuyuş, Mekke ve Medine ehlinin okuyuşu olduğundan en seçkin okuyuştur. Bu kı-raata göre âyetin mânası «Ceza gününün padişahı ve Hâkimi» demek oluyor. «Bugün Mülk Kimindir?» mealindeki âyeti celile, bu tarzda okunmasını destekler!..


din kelimesi bu âyette ceza mânasına gelmiştir. P^zı görüşlere göre, burda dahî Din Allah'ın sistemi manasınadır. Bu tefsire göre âyetin mânası «Allah'ın sistemi karşılığı verildiği günün sahibi olan Allah'a hamd mahsustur» demektir. Diğer bir tefsire göre Din Tâat manasınadır. Tâatın günü demek, tâatın karşılığı verildiği gün de­mektir.


Cenâb-ı Hakk'ı, âlemlerin yaratıcısı, geliştiricisi, görünür ve gö­rünmez, dünyâda verilmiş ve âhirette verilecek nimetlerin bağışlayıcısı, sevab ve ceza gününde âlemlerin bütün emirlerinde tasarruf edici olmakla nitelendirdikten sonra muhatabın nezdinde zât-ı ulûhiyeti hi-tab edilecek derecede müşâhed ve malûm olduğu için O'na «yalnız ve yalnız sana ibadet ederiz. Yalnız ve yalnız senden yardım talebinde bulunuruz.» diye hitabetti.


Ey §ânı bu derece yüce, bahsi geçen sıfatların sahibi Allah! İba­det sahamızda her şeyi silip atarız, sadece sana ibâdet ederiz. Madde puanında görülen yardım kaynaklarının tamamından vazgeçip, sade­ce senden ve o sonsuz lütuf kaynağından yardım talebederiz. Bir «Ha-dîsi-Kudsî»de: «Cenabı Hak (C.C.); bir kulumu sevdiğimde Cebraile (A.S.); yer ve gök ehline ilân et ki, ben filan kulumu seviyorum, onlar da onu sevsin (ve dolayısiyle onun bütün istek ve arzularını meşru dairede yerine getirsinler).


Bir kulumu sevmediğimde yine Cebrail'e emir veririm: Yer ve gök ehline ilân et ki; Allah filan kulunu sevmez siz de onu sevmeyiniz. Ve Cebrail emrimi yerine getirir!..» buyurulmaktadır.


Acaba nasıl O'ndan başkasına tapar ve nasıl O'ndan değil başka­sından yardım beklersin? O dilerse en katı kalblinin kalbini yumuşa­tır, senin dileğini ona verdirtir. Dilemediğinde bir bahane yaratıp seni «Hatem-i Taî» gibi cömertlerin kapısından bile eli boş çevirir!..


«iyyake» kelimesi «eyyake» ve «heyyake» şeklinde de okun­muştur. Fakat mâna değişmez.


«ibâdet», tevazu ve yalvarmanın en son mertebesidir. Bazan secde halinde bazan tefekkür, [Allah'ın yüceliğine dalış] halinde, ba­zan da dua ve yalvarış halinde yapılır. Allah'dan istekler ibâdettir. Hakiki mânada ancak ve ancak Allah'tan birşey arzu edilir. Nitekim Allah'ın Resulü [Sallallahu aleyhi ve sellem] «Dua, ibâdetin beynidir (yani en katıksız ve öz ibadettir)!..» buyurmuştur.


«iyyake» ile başlayan cümle, putperestliğin her türlüsünün kö­künü kazır. Bütün vazedilenlerin en şereflisi olan inşam, her çeşit Tâ-ğûttan (cahiliye putları) kurtarıp âlemleri vareden, Dünyâ ve âhiret-te nimetlere daldıran ve hesab gününde zerre'nin en küçük parçası kadar olan hayr'm da, şerr'in de karşılığım veren O yüceler yücesi Allah'a bağlar!.. Cümlenin üzerinde biraz durup düşünmeliyiz


Bu cümle, İslâm dininde cemaat ve birlik halinde bulunmanın ehemmiyetini belirtiyor. «ibâdet ederiz» «yardım isteriz» fiil­lerindeki zamir, sûreyi okuyan ile onun beraberinde bulunan «Hafaza» melekleri ve cemaata katılan musallime [namaz kılanlara] gider, ve­ya okuyan ile diğer ehli-tevhide racidir. Okuyan, bütün muvahhid-leri arkasına alarak ibâdetini onların ibadetlerine katarak Allah'ın manevî huzuruna çıkar. Umulur ki onun ibâdeti diğer muvahhidlerin ibâdeti içinde kabul edilsin. Zaten cemaatla namazın eda edilmesi bu maksadla meşru kılınmıştır.


«Ancak sana ibâdet ederiz» cümlesinden insanın zihnine gelir ki, mütekellim [konuşan] ibadetini nefsine dayattığı için sanki nefse bir paye vermiş olur.» Bu vehmi kaldırmak maksadıyla mütekellim «İba­detleri yapmakta ve diğer ihtiyaçlarımızı gidermekte ancak senden yardım talebederiz!» cümlesini ekledi. Böylece hünerin tamamım nef­sinden alıp her şeyin ancak allah'ın yardımiyle tamamlandığını ifade etmeye çalıştı.


«Bizi dosdoğru yola ilet» bu dilek, istenen yardımın biçimini ve türünü belirtiyor. Sanki Mevlâmız, kendisinden yardım isteyen kulun­dan soruyor: «Size nasıl bir yardım edeyim?» Kulu «Bizi doğru yola ilet» cevabını arzeder.


«hidâyet», lütuf la yol göstermektir. Hidâyette şiddet yoktur. Daima hayırda kullanılır. «Onlan Cehennem yoluna hidâyet ediniz» âyeti kerîme tezyif ve tahkir için vârid olmuştur. Sanki Allahu Teâlâ Cehennemi gerektiren icraatta bulunan kullariyle alay edercesine «On­lan Cehennem yoluna hidâyet (!) ediniz!.» der.


Cenâb-ı Hakk'ın çeşitleri sayılmayacak kadar hidâyet türleri var­dır. Nitekim «Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız sayamazsı­nız!» [4] buyurulmuştur.


Fakat bütün çeşitleri peşisıra gelen bir kaç cinsde toplanır:


(1) Kişiyi yararlı işlerini yapmaya götüren aklî kuvvet, iç duyu ve görünürde bulunan duyulan gibi yeteneklerle don'atmasıdır.


(2) Hak ile Bâtılın, Salâh ile Fesadın ayırımını yapan delilleri dikmesidir.


(3) Peygamberleri göndermek ve Kitablan indirmek suretiyle verilen hidâyettir. «Bizim emrimizle hidâyet eden önderler kıldık on­ları!..» [5] âyeti celile bu cins hidâyeti kasdetmektedir «Elbette şu Kur'ân en doğruya hidâyet eder!..» [6] âyeti de bu tür hidâyete işaret eder!


(4) Kalblerinden perdeyi kaldırmak, insanlara eşyanın hakikat-larını göstermek hidâyetidir. Vahyi, ilham ve doğru rüyalarla gelen hidâyet bu kısımdandır. Bu kısım hidâyete, ancak peygamberler ve Allah'ın velî kullan erişebilirler!...


«Onlar o kimselerdir ki, Allah onlan hidâyet etti. Sen de onların hidâyetine uy.»[7]«O kimseler ki, bizim uğurumuzda cihad ettiler. Kesinlikle onlan yollarımıza hidâyet ederiz!. [8] âyetleri bu tür hidâ­yeti kasde*der.


«Bizi doğru yola hidâyet et» cümlesini tekrarlayan ya «Bize ver­diğin hidâyeti artır» veya »Bizi o hidâyetin üzerinde sabit kıl» ya da «Hidâyetin neticeleri olan büyük mertebeleri bize ver» kasdediyor.


Allahı tanıyıp O'na manen varan arif kişi bu dilekte bulundu­ğunda «Seni nurunla görelim kudsiyetinin nuruyla nurlanahm böylece bedenlerimizin üzerindeki perdeleri aralayalım, hallerimizin tepesinde­ki karanlıkları silelim diye bizi yolunda seyretmek için hidâyet eyle» demek istiyor.


ç<ihdina» tabiri surette emir görünürse de, esasında duadır. Zira «emr» yüksekten aşağıya, dua ise, aşağıdan yükseğe verilir. iltimas ise, eşitler arasında yapılır. Biz kullar olarak kâinatın yaradanından ancak hidâyet edilmemiz için duada bulunabiliriz.


«sırat» kelimesi esasında «sin» harfiyledir yutmak mânasında-dır. Fakat «tâ» [ti] harfi, «îtbak» harflerinden olduğu için «sin», «sâd» ile değiştirilmiştir.


Yakûp «sin» ile okumuştur. Hamza işmamla, diğer kıraat âlim­leri «sâd» ile okumuşlardır. küreyş'in lügati da budur. Hz. Osman (R.A.)ın «el-imam» adlı Mushafında «sâd» ile yazılıdır.


sırat'ın cemii [çoğulu] Sürüt'tur. kitab'm cemii kütüb ol­duğu gibi!.. «müstakim» düz demektir. «Sırât-i Müstakimden gaye; Hak yol veya İslâm nizâmıdır.


«Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna». Buradaki yol, daha ön­ce bahsi geçen yolun bedelidir. Faidesi; müminlerin yolunun sadece doğru yol olduğunu belirtmek ve perçinleştirmektir.


Bazı tefsir âlimleri; bu kimselerden peygamberler [Aleyhümüs-Selâm] kasdedümiştir dediler. Bazıları; Hz. Muhammed ile ashabının yolu kasdedilmiştir» dedi.


Bazı âlimler de; Tevrat ve İncil ile bozulmazdan önce amel eden Hz. Musa ve Hz. îsa [Aleyhümüs-Selâm] ashablannın yoludur» dedi­ler.


«nîmet», inşam lezzetlendiren hâl demektir. Allah'ın nimetleri sayılamayacak kadar çoktur.. Nitekim «Eğer Allah'ın nimetlerini saya­cak olursanız sayamazsınız!...» [9] buyurmuştur. Fakat genel olarak nimeti iki kısımda mütalâa edebiliriz: a) Dünyevî nimetler, b) Uhrevî nimetlerdir.


Dünyevî nimetler de iki kısma ayrılıyor:


1 Vehbî [Allah tarafından verilen] nimetler,


2 Kesbî [çalışmakla elde edilen] nimetler.


vehbî nimetler de iki kısma ayrılır:


1) İnsana verilen Rûh gibi ruhanî nîmet,


2) Bedenin yaradılması, ondaki kuvvetler ve gelgeç olan sıh­hat ve azalann kemâle ermesi gibi cismanî nimetlerdir.


«kesbî» nimetler, nefsî rezaletlerden arındırmak, yüce ahlâkla parlatmak, üstün melekeler [yeteneklerde süslendirmek, bedeni mun­tazam heyetlerle ve güzel süslerle tezyin etmek, mal ve mertebeyi elde etmektir.


Uhrevî nimetler İse, kendisinden sadır olan kusurlarını Allah'ın affetmesi, manevî huzura en yakın bulunan meleklerle beraber «Âlâ-yi-illiyyin» denilen makamda yerleştirip razı olmasıdır.


Âyet-i Celilede bahsi geçen nimetten ikinci kısım ile birinci kıs­ma kulu vardıran yollara ileten vasıtalar kasdedilmiştir. Zira bu ni­metlerden başka olan nimetler mü'min ile kâfir arasında ortakdır.


«Gazaba uğrayanların ve sapıtanlann yoluna değil..» Gazaba uğ­rayanlardan maksad, (Tevrat'ı bozan) yahudilerdir. Zira Allah [C.C.] Kur'ân'ın başka bir âyetinde Yahudiler için «o kimse ki, Allah ona la­net ederek ona gazab etmiştir!..» buyuruyor. Sapıtanlardan (İn­cil'i tahrif eden ve İsa'ya Allah diyen) Hıristiyanlar kasdedilmiştir. Çünkü Rabbimiz başka bir âyette «Daha önce sapıttılar ve çok kimse­leri de saptırdılar.» [10] demektedir.


Şübhesiz Tevrat'ı bozup Hz. Musa'nın yolundan sapan Yahudiler ile İncil'i tahrif edip Hz. İsa'nın yolundan sapan, baba, oğul ve Ruhül Kudüs üçlemesine inanan Hıristiyanlar Allah'ın gazabına uğramış ve sapıtmışlann sınıfına girmektedirler. Allah bizi onların yoluna götür­mesin!..


«gazab», intikam maksadiyle harekete geçen nefsin kabarması-dır. Allah'a (C.C.) isnad edildiğinde lügat mânasının neticesi ve gaye­si kasdedilir. «Allah ona gazab etti» yani onu kahretti, zelil etti. Zira kalbin kabarması AUah için muhaldir. Bu mâna, merfu' bir hadîsde de vârid olmuştur. «Gazaba uğrayanların Allah'a karşı isyan edenler, sa­pıtanlann ise, Allah'ı tanımayan cahiller olduğu keyfiyeti de yukanda bahsi geçen tefsir şeklini destekler mahiyettedir.


Amelinde haleldarlık ve bozucu katkı bulunan bir kimse, fâsık ve gazaba uğramıştır. Allah (C.C.), kasden adam öldürenin hakkında «Al­lah ona gazabetmiştir!..» [11] buyurmaktadır. Amelini haleldar eden ise, cahildir, sapıktır. Zira Allah «Haktan sonra dalaletten başkası yok­tur!» [12] buyurmaktadır!


«velede'liyn» de okunmuştur. Bu okuyuşun sebebi iki sakının bir araya gelmesinden kaçınmaktır.


«âmin» kelimesi Kur'andan değildir. Bu hususda bütün âlimlerin ittifakı vardır. Lâkin Âminle Fatiha sûresini sonuçlandırmak sünnet­tir. Zira Allah'ın Resulü [sallallahu aleyhi ve alini ve sellem] bir ha-dis-i şerifde şöyle buyurdu: «Fatiha sûresinin okunmasını bitirdiğini zaman Cebrail [aleyhis-selâm] bana âmin'i öğreterek, âmin, mektu­bun altına basılmış mühür gibidir dedi.»


Hz. Ali (R.A.) nin «âmin kelimesi âlemlerin Rabbi olan Allah'ın mührüdür. Bu mühürle kulunun duasını mühürler!» sözü, yukarıda bahsi geçen hadîsin mânasını ifade eder.


Îbnu-Abbas [R. Anhuma], Âminin mânasını Resûlüllâhdan sor­dum «kabul et» demektir dedi.»


«âmin» «İsmu-fiil»dir. «Duamızı kabul buyur» demektir. İmam sesli namazlarda «âmin» kelimesini sesli okur. Zira Vâil bin Hacer'-den «Allah'ın Resulü (S.A.V.) «Veled-Dalliyn»i okuduğunda âmin'i okudu ve sesini yükseltti.» rivayeti gelmiştir.


Ebu-Hanife (R.A.) den gelen rivayet ise şöyledir. «îmanı âmin'i demez!» Fakat Ebu-Hanife'den gelen meşhur rivayet, «İmam sessizce Amin'i okuyacaktır!» Bu durumu, Abdullah bin Muğaffel ve Enes ri-i vayet ettiler.


İmama uyan kimseler de imamla beraber âmin diyeceklerdir. Zi­ra Allah'ın Resulü (S.A.V.) «imam «Veled-Dâlliyn» dediği zaman siz Âmin deyiniz. Kesinlikle Melekler de Âmin derler. Âmini Meleklerin Âminine rastlayan bir kimsenin geçmiş günahı affedilir!» buyurmuş­tur.


Ebu-Hüreyre'den «Allah'ın Resulü (S.A.V.), Übeyye, «Kur'an, Tev­rat ve İncil'de benzeri inmemiş bîr sûreden sana haber vereyim mi?» Übeyy: «Evet yâ Resûlüllah dedim» diyor. Bunun üzerine Allah Resulü «Fâtihetul-Kitab, süresidir. Tekrarlanan yedi âyet o sûredir. Bana ve­rilen büyük Kur'ân odur.» buyurdu.


İbnû Abbas (R. Anhuma) dan gelen bir rivayette şunlar kayde­dilmektedir:


«Allah'm Resulü bir ara otururken ona bir melek gelip; «Sana ge­tirdiğim iki nurla müjdelen. O nurlar senden önce hiç bir peygambere verilmemiştir. O nurlar «Fâtihetul-Kitab» sûresi ile «El-Bakara» sû­resinin son âyetleri [Amener-Resûludan itibaren olan âyetler] dir. On­lardan okuduğun her harf i (muhtevası)nı Allah sana verecektir!..»


Hüzeyfe bin Yeman Fatiha sûresi hakkında şu hadîsi rivayet eder.


«Bir kavme Allah tarafından kesin kes azab gönderilir. Fakat ço­cuklarından birisi Kur'an'dan el-hamdu lîllahî rabbil-ale-min'i okuduğunda, Cenab-ı Mevlâ o çocuğu dinler ve onun yüzü hür" metine anne ve babasından kırk senelik bir zaman için azabı kaldı-nr!..» [13]

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)



(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)



İbnu-Kesir [vefat 774 Hicrî] :


«Ashabı Kiram (R.A.), Allanın Kitabını Besmele ile açarlardı. Besmelenin «En-Neml» sûresinin bir âyetinin parçası olduğunda itti­fakları vardır.»


Ebu-Davud'un Sunen'inde İbnu-Abbas'dan sıhhatli bir senedle «Besmele inmedikçe Resûlüllah (S.A.V.) sûrenin diğer sûreden ayrıldı­ğını bilmezdi.» gelmiştir.


Îbnu-Huzeyme'nin Sahih'inde Validemiz Ümmü-Seleme'den riva­yet edildi: «Resûlüilah namazda Fatihâ'nın başında Besmeleyi okudu. Ve onu Fatihâ'dan bir âyet saydı.»


Bu hadisin râvileri arasında Ömer b. Harun el-Balhî vardır. Bu zat hadisde zaifdir.


İbnu-Abbas, İbnu-Ömer, İbnu-Zubeyr, Ebu-Hüreyre ve Hz. Ali «Besmeleyi her sûrenin bir âyeti olarak görürlerdi.»


Tabiinden Âta, Tavus, Said b. Cübeyir, Mekhûl, ve Ez-Zührî de yu-kardaki görüşe katılmışlardır.


tbnul-Mubarek, Eş-Şafü, ve bir rivayette Ahmed b. Hanbel, îshak b. Râhûyeh, ve Ebu-Übeyd el-Kasım bin Selam da o, görüştedirler.


Malik, Ebu-Hanife ve talebeleri «Besmele ne Fatihâ'dan ne de di­ğer sûrelerden bir âyettir» dediler.


Şafii'nin diğer bir görüşü, «Besmele Fatihâ'dan bir âyettir. Fakat diğer sûrelerden bir âyet değildir.»


Üçüncü bir görüşü daha nakl edildi: «Her sûrenin başındaki Bes­mele başdaki âyetin bir parçasıdır.»


Fakat Şafii'nin bu iki görüşü de garibdir.


Davud «Her sûrenin başındaki Besmele başhbaşına ve müstakil bir âyettir. O sûreden değildir» dedi. Bu, Ahmed b. Hanbel'den de ri­vayet edildi. Ebu-Bekir er-Razî, Ebul-Hasan el-Karhî'den o da Ebu-Hanife'nin büyük talebelerinden bunu hikâye etmiştir. [14]



Sesli [Açık] Okunması



Besmeleyi Fatihâ'dan bir âyet görmiyenler onu sessiz okuyorlar. Besmele her sûrenin ilk âyetidir diyenler, sesli okunmasında ihtilâf ettiler:


Şafii, «Besmele hem Fatiha hem de Zammi Sûre ile beraber ve ses­li okunmalıdır» dedi.


Bu görüş, ashabın, tabiinin ve diğer selef âlimlerinin bazısının mezhebidir. Ebu-Hureyre, İbnu Ömer, İbnu-Abbas ve Muaviye sesli okurlardı.


İbnu-Abdul-Berr ve el-Beyhâki, Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin de sesli okuduğunu naklettiler.


El-Hatip, dört halifenin sesli okuduğunu nakletti. Fakat el-Ha-tip'in bu nakli garibdir.


Tabiinden Saiü b. Cübeyr, İkrime, Ebu-Kullabe, Ez-Zührî, Ali Oğ­lu Hasen, oğlu Muhammed, Said b. Musayyip, Ata, Tavus, Mucahid, Salim, Muhammed b. Kâb el-Kurezî, Übeyd, Ebu-Bekr b. Muhammed b. Âmr b. Hazım, İbnu Ömer'in azadlısı Ebi-Vail, Zeyd b. Eşlem, Ömer b. Abdulaziz, el-Ezrek bin Kays, Habib b. Ebi-Sâbit, Ebu-Şâsa, Mekhûl, ve Abdullah b. Mâkal da sesli okurlardı.


El-Beyhakî; Abdullah b. Safvan ve Muhammed b. el-Henefiyye sesli okuyorlardı, dedi.


İbnu-Abdul-Barr, Ömer b. Dinâri de sesli okuyanların listesine ek­lemiştir.


Sesli okuyanlar; Besmele Fatiha'nın bir parçasıdır, diğer parçalan gibi sesli okunmalıdır, dediler.


En-Neseî Sünen'inde, İbnu-Hüzeyme Sahih'inde, İbnu-Hibban Sa-hih'inde ve el-Hâkim Mustedrekin'de Ebu-Hüreyre'nin durumunu ri­vayet ederek dediler: «Ebu Hüreyre namaz kıldı ve Besmeleyi sesli okudu. Namazı bitirdikten sonra; (ben hepinizden daha fazla namaz yönünden Resûlüllaha benziyorum) dedi.»


Ed-Dare Kutnî, el-Hatip, el-Beyhakî ve başka hadiscüer bahsedi­len bu hadisi sahih kabul ettiler.


El-Hâkim Mustedrek'inde, İbnu-Abbas'dan rivayet etti: «Aliahın Resulü Besmeleyi sesli okurdu.»


El-Hâkim bu rivayeti yaptıktan sonra; «Hadisi şahindir» dedi. Ebu-Davud ve Tirmizî Îbnu-Abbas'dan: «Resûlüllah namazım Bes­mele ile açardı.»


Sahihi Buharî'de «Enes b. Mâük'den Resûlüllahın okuyuşu sorul­du: Resûlüllahın kıraati çekimli idi dedikten sonra (göstermek için) Besmeleyi okudu ve «Bismillahiuyi çekti. «Er-Râhmanı» çekti. «Er-Re-himi çekti.»


Müsnedi Ahmed'de Ümmü-Seleme'den rivayet edildi: «Resûlüllah, okuyuşunu keserdi. Besmeleyi okurdu, (sonra) El-hamdu-lillâhi-Rabbil-ÂIemin (sonra) Er-Râhmanir-Râhim (sonra) Mâlikiyevmiddîn diye, (kesik, kesik) okurdu.»


Ed-Dare Kutnî, «Bu hadisin senedi sahilidir» dedi. İmam Ebu-Abdullah eş-Şafîi ve el-Hâkim «Müstedrek»inde Enes'-den rivayet ettiler:


«Muaviye Medine'de namazı kıldırdı. Besmeleyi terk etti. Orada hazır bulunan Muhacirler onu kınadılar. Yaptığını beğenmediler. Bu­nun için ikinci namazı kıldırdığında besmeleyi okudu.»


Bazıları! namazda Besmele sesli okunmaz dediler. Dört halifeden, Abdullah b. Muğaffel ve Tabiinin selef ve halefinden bir çok gurubun sessiz okuduğu sabittir. îmam-ı Ebu-Hanife'nin, Es-Sevrî'nin, Ahmed b. Hanbel'in mezhebleri de böyledir...


İmamı Malik'e göre «Ne sesli ne de sessiz Besmeleyi okuyamaz.»


Delilleri: Sahihi Müslimde Aişe validemizden rivayet edilen şu ha-disdir: «Resûlüllah namazı tekbirle, okuyuşunu ise, «El-Hamdu-liUahi Rabbil-Âlemin» ile açardı.»


Bir de Müslim ve Buhari'de Enes b. Mâlik'den rivayet edildi: «Re­sûlüllahın, Ebu-Bekr, Ömer ve Osman'ın arkasında namaz kıldım. (Okuyuşlarım) «El-Hamdu lillahi Rabbil-Âlemin» ile açarlardı.»


Müslimin bir rivayetinde «Kıraatin (okuyuşun) başında Besmele­yi söylemezlerdi.»


Bunun benzeri Sünen'de de Abdullah b. Muğaffel'den rivayet edildi.


işte bu hadisler imamların me'hazlarıdır. Birbirine yakındır. Zi­ra Besmeleyi sesli okuyanın da gizli okuyanın da namazının doğru ol­duğunda ittifak ettiler. [15]



Besmelenin Fazileti



Ebu-Muhammed Abdurrahman b. Hatim tefsirinde İbnu-Abbas yoluyle rivayet etti: «Affan oğlu Osman Resûlüllahdan Besmeleyi sor­du. Resûlüllah (S.A.V.) «O, Allanın isimlerinden biridir. Onunla Al-lahın en büyük isminin (ismi azâmin) arası yakınlıkta gözlerin siyahı ile beyazı arasındaki mesafe kadardır.»


El-Hafız b. Merduyeh Ebu-Said yoliyle rivayet etti:


«Meryem; oğlu Hz. İsa'yı öğretmek için muallime (öğreticiye) teslim etti.


Muallim İsa'ya:


— Yaz.


— Neyi yabayım?


— Bismillah yaz.


— Bismillah nedir?


— Bilemem.


İsa (A.S.):


__Bismillah'ın «BE» si, Allahın bekası (ezeliliği) «SlN»i Allahın, se­nası (parlaklığı), «MÎM»i, Allanın memleketi, «allah» lafzı Mâbud-lann Mabudu, «Er-Rahman» dünya ve âhiret Rahmanı, «Er-Rahim» âhiretin Rahîmi demektir» dedi.»


Bu, cidden garib bir hadisdir. Bazan Merfu'lardan değil İsrailiyat-tan olur. Allah daha iyisini bilir.[16]


İbnu-Merduyeh ve Ebi-Bürede'den, o da babasından rivayet ettiği şu hadisi nakletti: «Benim üzerime bir âyet nazil oldu. Davud oğlu Sü­leyman hariç hiç bir peygambere o âyet nazil olmamıştır. O da Bis-milİahir-Rahmanir-Rahim'dir.»


Yine Cabir b. Abdullah'dan gelen bir hadisde: «Besmele nazil ol­duğu zaman bulutlar doğuya kaçtılar. Rüzgârlar esmekten durdu. De­niz coştu. Vahşi hayvanlar kulak kabarttılar, gökten şeytanlara ateş atılıp recm edildiler. Allah, izzetiyle yemin ettik ki, ismi her hangi bir şey'in üzerinde anıhrsa ona bereket ihsan edecektir.» [17]


Veki'el-A'mes'den, Ebi-Vaü'den ve İbnu-Mesud'dan rivayet etti: «Allanın kendisini Cehennemin on dokuz zebanisinden korumasını is-tiyen Besmeleyi okusun. Böylece Allah, Besmelenin her harfini onun için zebanilere karşı bir koruyucu kalkan yapar.»


Besmelenin harfleri ondokuzdur. Zebaniler de ondokuz olduğu için her birine bir harf tekabül eder.


Îbnu-Atiyye, bu hadisi yönlendirerek şu gelecek hadisle takviye etti: «Otuz küsur meleğin süratle onu almaya koştuklarını gördüm.»


«onu» zamiri kişinin «Rabbena Velekel-Hamdu Hamden, Kesiren


Teyyiben, Mubareken Fini» (Ey Rabbimiz sanadır hamd. Bol, güzel ve bereketli hamd), sözüne racidir. Bu söz otuz küsur harf olduğu için onu Allah'ın huzuruna götürmek üzere alan Melekler de otuz küsur idi­ler. Yani her harfe bir Melek düşer. Bundan başkası da vardır.[18]


îmamı Ahmed b. Hanbel Musned'inde ResûlüUahın terkisine bi­nen Ebu-Temim el-Hüceymî voliyle rivayet etti: «ResûlüUahın bineği sürçtü. Ben, «Şeytan helak oldu (veya düştü)» dedim. Resûlüllah (S. A.) «Sakın şeytan helak oldu deme. Zira böyle dediğin zaman büyük­lük taslar ve gururlanır. «Kuvvetimle onu düşürdüm der». Bismillah dediğin zaman şeytan sinek gibi oluncaya kadar küçülür.» dedi [19]


Bu, Besmelenin bereketinin etkisiyle olur. Bunun için her meşru iş ve sözün başında Besmele çekilir. Her hutbenin başında söylenmesi mustahabtır. Zira «Her emir ki ona Besmele ile başlanmamıştır o, ek­siktir (bereketsizdir)» diye hadis vârid olmuştur.


Helaya girmek istenildiğinde de Besmele çekmek mustahabdır. Zi­ra bu husüsda hadis varid olmuştur.


Abdestin başında da Besmele mustahabdır. Zira Ahmed'in Mus­ned'inde Sünenler de Ebu-Hüreyre Said b. Zeyd ve Ebi-Said kana­lıyla Merfu' olarak şu hadis gelmiştir: «Allanın adım abdestin üzerin­de anmayanın abdesti yok (demek) tir.» [20]


Bu hadis, Hasan hadisdir.


Bazı âlimler; abdestte Besmele çekmek vaciptir, dedi. Bazıları her meşru işin başında Besmele çekmek vacibtir dedi. [21]


Fahreddin er-Razî Tefsiri-Kebirinde Besmelenin fazileti hakkında bir çok hadis zikretti. Onlardan bazıları şunlardır:


1) Ebu-Hüreyre'den: «Ailenle birleşmek istediğinde Besmele çek. Zira eğer bu Besmeleli birleşmeden Allah sana bir yavru ihsan ederse, onun ve zürriyetinin alıp verdiği nefesler sayısınca sana sevablar yazı­lır.»


Bu hadisin aslı yoktur. Ne itimat edilir kitablarda ne de başka ki-tablarda böyle bir hadise rastlamadım.


Yemekte de Besmele çekmek mustahaptır. Sahihi Müslim'de «Re-iûlüllah üvey oğlu Ömer b. Ebi Seleme'ye Bismillah de, sağ elinle ve »nünden ye» dedi.[22]


Bazı âlimler; yemekte Besmele çekmek vacibdir dediler. Resûlül-ahın emrini vucubu ifade eder mânâsına hamlettiler.


Buharı ve Müslim'de Îbnu-Abbas'dan gelen bir hadisde: «Eğer ıerhangi biriniz hanımıyle birleşmek istediğinde; Allanın adiyle Ey Al­anım! Bizi şeytandan uzak tut. Bize rızık olarak vereceğini şeytandan ızak tut» dese, şüphesiz ki o birleşmeden aralarında bir yavru takdir îdilirse, hiç bir zaman şeytan ona bir zarar dokundurmaz.»


İbnu-Cerir ve Îbnu-Ebi-Hâtim tbnu-Abbas yoluyle şunu rivayet et­iler: «Cebrail (A.S.) ilk Resûlüllaha indiğinde: «Ey Muhammed bilici e işidici olan Allanın yardımıyle kovulmuş şeytanın şerrinden korun­mamı istiyorum» dedi. Bundan sonra Cebrail (A.S.) şöyle devam etti: De ki Rahman ve Rahim olan Allanın adiyle», Ravi dedi: Cebrail Hz. Muhammed'e (S.A.V.): «Ey Muhammed! Allanın adiyle.. Rabbin olan Ulanın zikriyle oku, kalk, ve onun zikrîyle otur.»


«allah» Cenabı Hakkın ismi azamidir. Çünkü bütün sıfatlarla fatlanır, Mevlânın diğer isimlerinin hepsi onun sıfatları yerinde kul-anümıştır. Nitekim Kur'an: «En güzel isimler Allahındır, onlarla Al-ahı çağırınız» dedi. (El-Araf: 180).


«De ki Allah diye çağırın veya Rahman diye çağırın (ne ile han-i ismiyle) çağırırsanız sonunda en güzel isimler onundur» (İsra: 110).


Sahihi Buharî ve Müslim'de: «Allanın doksan dokuz ismi vardır. Yüzden bir eksiktir. Kim onları sayarsa (ezbere okursa) Cennete gi­der» [23]


İbnu-Maceh ve Tirmizî'nin rivayetlerinde o isimlerin sayımı gel­miştir.


Er-Razî tefsirinde bazılarından rivayet ederek dedi: «Allanın beş-bin ismi vardır. Bini, Kur'an ve sıhhatli hadislerdedir. Bini, Tevrat'tadır. Bini, İncil'dedir. Bini, Zebur'dadır. Ve bini de Levhul-Mahfuzda­dır.» [24]


«allah» kelimesi Zatı-Kibriyâdan başkasına isim olarak verilme­miştir.


Mustek olmaması daha kuvvetlidir. «er-rahman, er-rehîm»,


İbnul-Enbârî, Ez-Zâhir'den, El-Müberred'den rivayet etti: «Er-Rah-man ibranice bir isimdir.»


Ebu-İshak Ez-Zecac «Meânil-Kur'an» adlı eserinde; Ahmed b.Yah­ya. «Er-Rehün arabça Kr-Rahınan ibranicedir. Bundan ötürü bir ara­da geldiler.» dedi.


Fakat Ebu-İshak'ın bu görüşü revaç görmemiştir. Zira Kur'an'da arabçadan başka bir dilin olmadığı kanaati daha kuvvetlidir.


İbnu-Abbas (R.A.) «Rahman ve Rehim iki .isimdirler. Birisi diğe­rinden daha incedir» yani daha fazla rahmeti taşır.


El-Hitabî ve başka âlimler, bu sıfatı, müşkül (çözülmez) saymış­lardır. «Umulur ki, «Erekkü» (daha nicedir) kelimesi yerinde «Erfekü» (daha merhametlidir) kelimesi vardır» dediler.


Nitekim bu husus başka bir hadisde şöyle gelmiştir: «ŞÜbhesiz ki, Allah Refik (Merhamet sahibi) tir. Her şeyde Rıfkı (Merhameti) se­ver. Rıfktan ötürü verdiğini, şiddet (gösterene) vermez.»


Îbnul-Mubarek:


«Er-Rahman, sorulduğunda veren, Er-Rehim, kendisinden bir şey­ler istenilmediği takdirde istemiyenlerden kızandır.» dedi.


Bu da, Tirmizî ve İbnu-Maceh'in rivayet ettiği hadis gibidir: «Al-I ah d an istemiyene Allah gazab eder.»


Zira istemiyen, ya Allanın varlığında şüphe eder veya sonsuz cö­mertliğinde.. Eğer «O bilir, ne diyeyim» kabilinden istemiyorsa, bu, teslimiyettir. Yüce bir Makamdır. Utanarak istemiyorsa, bu da, haddi­ni bilmektir!.. Allah bizi haddini ve hududunu aşmayan kullarından ede...


Bazıları «Rahman bütün mahlûkatı Renim de sadece Müminleri kapsam dediler. Fakat «Dünya ve âhiret Rahmam ve Rehimi» diye me'sur olan duada varid olmuştur.


«Er-Rahman» Allaha mahsus bir isimdir. Kimseye isim olarak ve­rilmez.


Nitekim «De ki: Allah veya Er-Rahman diye çağırınız. Hangisini çağırırsanız şüphesiz ki en güzel isimler onundur» (İsra: 110) âyetin­de vârid olmuştur.


Yemame'nin yalancı peygamberi ahmaklık yapıp kendisine «Ye-mame Rahmanı» ismini taktığı için Allah, ona yalancılık abasını giy­dirip onu yalancılıkla teşhir etti. Ona ancak «yalancı müseyleme» denir. Halk arasında yalancılıkta darbumesel oldu. [25]


«Hamd âlemlerin Rabbine mahsustur» İbnu-Cerir «Hamd bir se­nadır. Allah onunla nefsine senada bulunmuştur. Onun zimninde kul­larını kendisine sena etmeye davet etmesi vardır. Sanki «EI-Hamdu lillah deyiniz» dedi.» [26]



Hamd Konusunda Selefin Sözleri



İbnu-Ebi-Hâtim ve İbnu-Abbas yoliyle «Ömer: Biz «Sübhanellahı ve lâilâhe illellahu» (Allah ortaktan münezzeh ve uzaktır) Allahdan başka mâbud yoktur'n öğrendik. Acaba «El-Hamdülillahi nedir?» dedi. Hz. Ali, «El-Hamdu lülahi, Allahm nefsine razi olduğu ve sevip seçtiği bir kelimedir ister ki, o denilsin» diye cevab verdi.» [27]


İbnu-Ebi-Hâtim İbnu-Abbas kanaliyle rivayet etti: «Kul; el-Ham-du Iillâhi dediği zaman Cenabı Hak; kulum bana şükretti der.»


İbnu-Ebi-Hâtim ve İbnu-Cerir, İbnu-Abbas kanaliyle rivayet etti­ler: «El-Hamdu lülahi, Allah için şükürdür. Onun nimetini ve hidaye­tini ikrar ve itiraf etmektir.»


Kâ'bul-Ahbar: «El-Hamdu Iillâhi Allahın Senâsıdır.» dedi.


Ed-Dehhak: «El-Hamdu lülahi Er-Rahman (Allah) in abâsıdır.»


Müteşabih bir hadisdir ve böylece vârid olmuştur. [28]


İbnu-Cerir sahabi el-Hâkem b. Ümeyr kanalıyla rivayet etti: «EI-Hamdu Iillâhi dediğinde, muhakkak ki, Allaha şükretmiş oldun. O da sana daha fazlasını verdi.» [29]


İmamı Ahmed b. Hanbel Ei-Esved b. Serî' (veya Surey1) kanaliyle rivayet etti: «Sana, ortaktan münezzeh olan Rabbimi Övdüğüm hamd-lan inşad edip okuyayım mı?»


Resûlüllah: «Dikkat edin ve agâh olun. Şübhesiz ki, Rabbin hamd edilmesini sever.» diye karşılık verdi.


Ebu-İsâ el-Hafız et-Tirmizi, en-Nesai ve İbnu-Maceh Câbir b. Ab­dullah yoluyle rivayet etti: «Zikrin en üstünü lâilâhe illellahdir. Dua­nın en üstünü el-Hamdü lillahdır.»


Tirmizi, bu hadis, hasan ve garibdir, dedi.


El-Kurtubî Enes tarikiyle rivayet etti: «Eğer dünyâ bütün varlık­larıyla beraber ümmetimden bir kişinin elinde olursa, sonra El-Hamdu Iillâhi dese, bu hamdetmesi o dünyalığından daha üstündür.»


El-Kurtubî ve başka âlimler: «Yani Allah tarafından ona hamdın ilham edilmesi, dünya nimetlerinden daha fazla (ve hayırlı) bîr nimet olur. Zira hamdın sevabı bitmez ve tükenmezdir. Dünya nimetleri ise, fanı ve geçicidir.» diye hadisi yorumladılar. Nitekim Allah (C.C.):


«Mal ve erkek yavrular dünyâ hayatının süsleridirler. Daimi kalan sâlih ameller, sevab ve amel yönünden Rabbinin katında daha hayırlı­dır.» (El-Kahf: 46).


İbnu Maceh'in Sünen'inde İbnu-Ömer'den gelen bir hadisde: «Re­sûlüllah bize Allahın kullarından birisinin durumundan bahsederken buyurdu: O kul: Ey Rabbim! Sultanının büyüklüğüne ve yüzünün celâ-hna yakıştığı gibi, sana hamd olsun» dedi. Ketebe (Hefeze) meleklerin ikisi de şaştı (bu hamdın karşılığını) nasıl yazacaklarını bilemediler. Allaha (manevi huzuruna) yükselip gittiler. İkisi «Ey Rabbimiz! Fi­lan kulunun dediğinin karşılığını nasıl yazacağımızı bilmiyoruz» dediIer. Kulunun halini daha iyi bilen Allah (C.C.), onlara «Kulum ne söy­ledi» diye sorunca ikisi: Kulun «Ey Rabb! Sultanının büyüklüğüne ve yüzünün celâlma yakıştığı gibi sana hamd olsun dedi.» diye cevab verdi...


Bunun üzerine Cenab-ı Hak «Onu kulumun dediği gibi yazınız. Ta ki bana gelip mülâki olunca onun o, sözünün karşılığını (mükâfatını) ona (o zanı^n) vereyim» dedi.»


El-Kurtubî, bir taife tefsirciden hikâye etti: «Kulun, âlemlerin Rabbine hamd olsun demesi, «lâilâhe illellah» demesinden daha üstün­dür. Çünkü «El-Hamdu lillah» hamdla beraber Tevhidi de kapsamak­tadır.»


Başkaları da «lâilahe illellah» daha üstündür. Zira îman ile küfrü ayırd edendir. Halk «lâilâhe illellah» deyinceye kadar, onlarla savaş yapılır. Nitekim Buharî ve Müslim'ce üzerinde ittifak edilen hadisde bu durum sabit olmuştur.


Başka bir hadisde de: «Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediğimiz en üstün söz «lâilâhe illellâhu-Va'hdehu lâ şerike lehü» dür. (AUahdan başka Mâbud yoktur. Biriciktir. Onun hiç bir ortağı da yoktur.)»


«El-ÂIemin»


Said b. Cübeyr, ve İkrime'nin tbnu-Abbas'dan rivayetlerinde: «Âle­min, cin ve insan» diye tefsir edilmiştir.


Mucahid ve İbnu-Cüreyç'in de böyle tefsir ettikleri rivayet edildi. Hz. Ali'den de bunun benzeri rivayet edildi.


El-Ferra ve Ebu-Übeyde «Âlem, akıl sahibi olan insan, cin, melek­ler ve şeytanlardır. Akılsız hayvanlara âlem denilmez.» dediler.


Zeyd b. Selam (veya Eşlem!) ve Ebul-Muhaysm'dan gelen riva­yette «Çırpman, ruhu olan her şeye âlem denir!»


El-Hafız İbnu-Âsakir, Benİ-Ümmeyye halifelerinden biri olan ve eşşek Mervan diye şöhret bulan Mervan bin Muhammed'den rivayet etti: «Allah on yedi bin âlem yarattı. Yer ve göklerin bütün ehli üst üs­te bir âlemdir. Diğer âlemleri Allah'dan başkası bilemez.» [30]


Ebu-Ca'fer Er-Razî, Er-Rebi' b. Enes'den o da Ebul-Âliye'den «Alemlerin Rabbi» tefsirinde; insanlar bir âlemdir. Cinler başka bir âlemdir. Onlardan başka on sekiz veya on dört bin melekler âlemi var­dır. Yeryüzünün dört köşesi vardır. Her köşede üç bin beşyüz âlem var­dır. Allah onları ibadeti için yaratmıştır.» [31] Hadisi İbnu-Cerir ve Îbnu-Ebi-Hatım rivayet ettiler. Fakat bu garip bir kelâmdır. Böyle ko­nuşmalar sıhhatli bir delile muhtaçtır [32]


Îbnu-Ebi-Hatım Sübey' el-Himyerî tarikiyle rivayet etti: «Alemler


bin ümmettir. Altıyüz ümmeti denizde ve dÖrtyüz ümmeti karadadır» [33]


Bonzeri, tabiinin alimi Said bin el-Museyyeb'den de rivayet edildi.


El-Hafız Ebu-Ya'la Abdullah b. Câbir yoluyle rivayet etti: «Hz. Ömer'in halîfe olduğu senelerin bazısında çekirgeler azaldı. Hz. Ömer, bu durumu sordu. Fakat herhangi bir cevab alamadı. Bunun için üzül­dü. Bir süvariyi Yemen'e, başkasını Şam'a, başkasını Irak'a gönderdi. Oralarda çekirgeden bir şey görülmüş müdür diye haber getirmelerini istedi. Yemen'e gönderdiği elçi ona bir avuç dolusu çekirge getirip önü­ne koydu. Hz. Ömer çekirgeleri gördüğünde tekbir getirdi. Sonra: «Al-lahım Resulünden dinledim: «Allah bin ümmet yaratmıştır. Altıyüzü denizdedir. Dörtyüzü karadadır. Bu ümmetlerden ilk yok olacak olan Çekirgelerdir. Onlar yok olunca, diğer ümmetler, onları takip edecektir. Tıpkı ipi kopmuş daneler gibi.» [34]


Fakat bu hadisin senedinde bulunan Muhammed b. İsâ El-Hilâli zaifdir.


El-Bagevî Said b. Museyyeb'ten rivayet etti: «AHahın bin âlemi vardır. Altıyüzü denizde, dört yüzü karadadır.»


Vahb b. Munebbih: «Allanın on sekiz bin âlemi vardır. Dünya on­lardan sadece bir âlemdir.» [35]


Mukatil: «Âlemler, seksen bindir.»


El-Kurtubî, Ebu-Said El-Huderî'den rivayet etti: «Allahın kırk bin âlemi vardır. Dünyâmız doğusundan batısına kadar onlardan bir tek âlemdir.» [36]


El-Kurtubî Allah (C.C.) Rabbden sonra nefsini Er-Rahman ve Er-Rahim ile sıfatlandırdı. Bu, korkudan sonra teşvik ve terğib etmek ka-bilindendir. Nitekim «Kullarıma haber ver. Şüphesiz ki ben çokça af edici ve merhamet ediciyim. Şüphesiz ki benim azabım elem verici aza­bın ta kendisidir.» (El-Hicir: 49).


«Şübhesiz senin Rabbinin ikâbı (cezası) seridir. Muhakkak ki O, çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir» âyetlerinin durumu da budur.


RABB'da terhip (korku), Er-Rahman ve Er-Rahim'de terğib (ve teşvik) vardır.


Sahihi Müslim'de Ebu Hüreyre'den gelen bir hadisde: «Eğer mü­min, Allanın katındaki, ikabı (cezası) m bilseydi, biç bir (mümin) kim­se Allahın Cennetini ümid etmezdi. Eğer kâfir Allanın katındaki rah­metini bilmiş olsaydı, Allahın rahmetinden hiç bir (kâfir) kimse ümi­dini kesmezdi.» [37]



«Ceza Gününün Sahibidir»



Ed-Dahhak İbnu-Abbas'dan rivayet etti: «O günde dünyada oldu­ğu gibi (mecazi dahi olursa), hiç bir kimse Allah ile beraber her hangi bir hükme sahib olamaz.»


İbnu-Abbas: «Din günü, mahlûkatm hesab günüdür. O gün kıya­met günüdür. Allah insanları amelleriyle muhakeme eder. Ameli hayır ise, karşılığını hayır verir, ameli şer ise, karşılığını şer verir. Ancak af ettiği kimseler müstesnadır.»


Her şeyin gerçek meliki Allahdır. Zira Kur'an «Allah o Allandır ki, ondan başka her hangi bir ma'bud yoktur. Meliktir (padişahdır). Ku-dûstür (çok mukaddes ve münezzehtir). Selâmdır (bansın kaynağı ve yaratanıdır)» (Haşır: 23).


Sahiheyinde Ebu-Hüreyre'den gelen merfu' bir hadisde: «Allah katında en zelil ve en hakir isim, bir kişi (nin ismi) dir ki kendisine, pâ­dişâhlar pâdişâhı (sultanlar sultanı, veya şahinşah) diye isim takmış­tır (!) Halbuki Allahdan başka (gerçekte) sahib yoktur.» [38]


Yine sahiheyinde Ebu-Hüreyre rivayet ediyor: «Allah, yeryüzünü kabz edip tutar, gök onun sağındadır. Sonra haykırıyor: Ben pâdişâhım, pâdişâhlar nerededirler? Cebbarlar (zorba ve diktatörler) nerededir? Mağrurlar nerededir.»


Kur'an'da «Bugün mülk kimindir? Kahhar ve tek olan Allah'ın­dır.» (Fatır: 16).


Dünyada Allah'dan başkasına Melik demek mecazi olmuştur.


Bu âyette «Din» ceza ve hesaba çekmek demektir. Nitekim ha­disde Din maddesi bu mânâya gelmiştir:


«Akıllı o kimsedir ki, nefsini hesaba çeker ve (cezalandırır) ve ölü­mün ötesi için çalışıp hazırlık yapar.»


Hz. Ömer «Hesaba çekilmezden önce, nefsinizi hesaba çekiniz. Tar-tılmazdan Önce tartınız. Amelleriniz katında gizli bulunmayana en bü­yük tarzda arzolunacağı zamana hazırlanınız.»


«Ancak sana kulluk yaparız. Ancak senden yardım bekleriz.»


Seleften bazıları «Fâtihâ sûresi Kur'an'ın sırn, bu âyet de Fâti-hâ'nın sırrıdır.» dedi,


Birinci cümle (ancak sana kulluk yaparız) şirkten ve ortak koş­maktan teberri etmektir. İkinci cümle (ancak senden yardım bekle­riz) günâhdan dönüş ve ibadete yöneliş hünerinden teberri etmek ve O, hüneri Allaha yaslandırmaktır.


Bu âyette, Allanın önce zatına en güzel sıfatlan vermek suretiyle başlamasına, sonra kullarını da böyle senada bulunmalarını irşad et­mesine delil vardır.


Bunun için gücü yettiği halde Fâtihâ sûresini okumayanın nama­zı sihhatli olamaz. Nitekim Buharı ve Müslim'de Übbade b. Sâmit'ten rivâyeten şu hadis gelmiştir: «Fâtihâtul-Kitabı okumayanın namazı yoktur. (Yani fasittir. Veya kâmil değildir.)


Ed-Dahhak İbnu-Abbas'dan rivayet etti: «İbadet ederiz demek se­ni birleriz. Senden (azabından) korkarız, demektir. Ey Babbimiz an­cak senden ümid ederiz başkasından değil. Senin taatın hususunda ve sıkıntılı durumlarımızda ancak senden yardım bekleriz.»


Kattade; «Allah (C.C.) bu âyetinde sizden sadece ona ibâdet etme­nizi istiyor. Emirlerinizde ondan yardım beklemenizi istiyor.»


Allanın ibâdeti maksud-i bizzat olduğu ve yardım talebi de onun vasıtası bulunduğu için «ancak sana ibâdet ederiz» cümlesi daha önce getirildi...


Er-Razî tefsirinde bazı tefsircilerden naklediyor: «Übûdiyyet (kul­luk) makamı Risalet (peygamberlik) makamından üstündür. Çünkü ibâdet halktan çıkar Hakka yükselip gider. Risalet ise, Hakk'tan halka iner.. Bir de Allah kullarının emirlerini bizzat ele alır. Peygamber ise, ümmetinin durumlarını İslaha çalışır.»


Er-Razî'nin naklettiği bu söz, yanlış ve hatalı bir sözdür. Bir de zaifdir ve neticesi yoktur.[39]


«Bizi o, dosdoğru yola hidayet et.» Denildi ki; âyetteki hidâyet ir-şad ve tevfik mânâsındadır. «Bizi irşad et, bizi muvaffak kıl» demek oluyor.


Ebu-Cafer İbnu-Cerir Et-Taberî: «Ehli tevil, ittifakla, Sıratı-Müs-takimden maksad, eğri olmayan ve apaçık bulunan yoldur.»


Doğru yoldan maksad ise, Allaha ve Resulüne tâbi olmaktır.


Bazı rivayetlerde, «Sıratı Müştekimden maksad, Allanın Kitabı­dır» denildi.


tbnu-Ebi-Hâtim, Hz. Ali'nin voliyle rivayet etti: «Sıratı-Mustekim, Allanın Kitabıdır.»


Es-Sevrî de rivayet etti: «Sıratı Müştekim, Allanın Kitabıdır.» Bazıları «Sıratı-Müştekim, Islâmdır.» dedi.


Ed-Dahhak İbnu-Abbas'dan rivayet etti: «Cebrail (A.S.) Hz. Pey­gambere: «Ey Muhammedi Bizi Sıratı-Mustekime hidayet et diye duâ et»


Diyor ki: «Bizi hidâyet edici yolu bulmaya dair ilhandandır. O hi­dâyet edici yol, İslâm dinidir. O, Allanın dosdoğru dinidir.»


İsmail b. Abdurrahman Es-Süddî El-Kebir, İbnu-Abbas'dan, Heme-dânî, İbnu-Mesud ve başka sahabelerden rivayet ettiler: «Sıratı Müş­tekimden maksad tslâmdır.»


Abdullah b. Muhammed b. Akil Câbir'den: «Sıratı-Müştekim, İs-lâmdır. Yer ile gökler arasından daha geniştir.»


İmamı Ahmed b. Hanbel Müsned'inde En-Nevas b. Sem'an kana-lıyle rivayet etti: «Allanın Resulü buyurdu: Allah, bir misal verdi, dos­doğru bir yolu gösterdi. Onun iki tarafında iki sûr vardır. O sûrlarda açık kapılar bulunuyor. Kapıların üzerinde sarkmış perdeler vardır. Yolun girişinde bir tellâl vardır. «Ey nas! Hepiniz birden yola giriniz. Sakın sağa-sola yalpa vurmayınız» diye çağırıp duruyor.


Bir tellâl da yolun üstünde durup çağırıyor. İnsan o kapılardan birisini açmak istediğinde «Rahmet olasıca! Sakın açma. Zira açtığın takdirde oraya gireceksin. O halde Sırat (Yol) İslâmdır. İki sûr, Al-lahın sınırları (cezalan) dır. O açık kapılar Allanın haramlarıdır. Yo­lun girişinde tellâllık yapan, Allanın Kitabıdır. Yolun üstündeki tellâl ise, her müslümanm kalbinde bulunan Allanın vaiz (ve nasihatcısı) dir.»


Hadisi İbnu-Ebi-Hâtim ve İbnu Cerîr Leys b. Sad'dan rivayet etti­ler. Et-Tirmizî ve En-Neseî de beraberce Ali b. Hacer yoliyle En-Nevas b. Sema'ndan rivayet ettiler. Senedi sıhhatlidir. [40]


Mucâhid: «Sıratı-Müstekim'den maksad, haktır» dedi.


Bu tefsir, daha kapsayıcıdır ve daha önce naklettiğimiz tefsirlere ters düşmemektedir.


Îbnu-Ebi-Hâtim ve İbnu-Cerîr Ebul-Âliye kanalıyla gelen: «Sı­ratı-Müstekim'den maksad, Resûlüllah ve kendisinden sonra gelen iki arkadaşıdır.» rivayeti naklettiler.


Biz bu nakli Hasan'dan sorduğumuzda: «Ebul-Aliye doğru söyledi ve nasihat etti» diye cevap verdi.


Bütün bu tefsirler doğrudur. Birbirini isterler. Zira Resûlüllah, (S.A.V.), ondan sonra gelen Hz. Ebu-Bekir ve Ömer'e (R.A.) uyan bir kimse Hakka uymuştur. Hakka uyan İslama uymuştur. îslâma tâbi olan Kur'an'a tâbi olmuştur. Kur'an Allah'ın Kitabı, kopmaz ipi ve dosdoğru yoludur. Bu tefsir ve nakillerin hepsi sahihdir. Birbirini tak­viye ederler.


Et-Teberanî Abdullah'ın kanalıyle rivayet etti: «Sırat-ı-Müstekim, o yoldur ki ResûlüUah bizleri onun üzerinde bırakıp göç etti.»


«O kimselerin yolu ki onlara nimet vermişindir.» Bu âyette bahsi geçen ve Allah'ın nimetine mazhar olanlar, «En-Nisa» sûresinde zik­redilenlerdir: «Kim Allaha ve peygambere itaat ederse, işte onlar, Al-lanın nimetine eriştirdiği peygamberlerle dosdoğru olanlar, şehidlerve iyilerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaşdırlar. Bu nimet, Allahdan-dır. Bilen olarak Allah yeterdir.» (En-Nisa: 69-70).


Ed-Dehhak Îbnu-Abbas'dan: «O kimselerin yoluna ki, ibadet ve taatm sayesinde onlara nimet vermişsin. Onlar da melekler, peygam­berler, siddîkler, şehidler ve sâlihlerdir. Bu âyet, En-Nisa sûresinin alt­mış dokuzuncu (69.) âyetinin bir naziri (denki) dir.» nakletti.


Ebu-Cafer Er-Razî, Er-Rebi' b. Enes'den rivayet etti: «Nimete maz­har olanlar peygamberlerdir.»


Îbnu-Cüreyç Îbnu-Abbas'dan: «Nimete mazhar olanlar mü'min-lerdir» Mucahid de böyle dedi.


Veki': «Nimete mazhar olanlardan maksad, Müslümanlardır» dedi.


Abdurrahman b. Zeyd. b. Eşlem: «Nîmetlenenlerden maksad, pey­gamber ve ashabıdır» dedi.


«Gazaba uğrayanların ve sapıklannkine değil.» Bu âyetin tefsirin­de genellikle: «Gazaba uğrayanlar yahudîlerdir. Çünkü bildikleri halde hakkı terketmişler. Sapıklardan maksad, Hristiyanlardır. Çünkü bil­meden yanlış kapı çaldılar.» Hadisler ve eserler böyle gelmiştir. Bu du­rum, İmamı Ahmed'in şu hadisinde apaçıktır: Âdî b. Hatim (R.A.) den rivayet edildi: «Resûlüllahın atlıları geldiler. Halamı ve bir çok kimse­yi tutsak edip götürdüler. Atlılar Resûlüllaha vardıklarında tutsakları sıraya dizdiler. Halam: «Ey Allah'ın Resulü! Elçi uzakta kaldı. Çocuk­lardan uzaklaşma oldu. Ben de yaşlı bir kadınım. Her hangi bir hiz­meti yapamam. Bana minnet et (azat et) Allah da sana minnet etsin.»


ResûlüUah: «Senin elçin kimdir?» diye Halamdan sorunca Ha­lam: «Hatim oğlu Adîdir.» Resûlüllah «O, Allah ve Resulünden kaçan Adî mi?»


Halam: «Bana minnet (beni azat) et dedi ve azad edilen Halam diyor, Resûlüllah benim yanımdan dönerken yamnda Ali b. Ebi-Talip zannettiğim bir kişi vardı. O, kişi bana: «(Ey kadın!) Resûlüllahdan bir binek iste» dedi. Bunun üzerine Resûlüllah'dan onu da istedim. Ba­na bir binek vermeyi emretti.


Adî; halam bana geldiğinde: «Ey Adî! Öyle bir iş yaptın ki, baban onu yapmazdı. Zira Resûlüllaha filân geldi. Onun ikramına mazhar oldu. Filân da geldi. Onun ikramına mazhar oldu» dedi. Bunun üzeri­ne Resûlüllaha vardığımızda yamnda çocuklar ile bir kadını gördüm. Onların Resûlüllaha yakınlığım söyleyen Adî (R.A.) şunları ekledi: «Anladım ki o, ne Fars İmparatoru Kısrâ'dır, ne de Kayser.»


Resûlüllah beni görünce: «Ey Adî! Seni ürküten ve kaçırtan ne­dir? Yoksa lâilâhe illellah demek mi seni kaçırttı? Acaba Allah'dan başka bir ilâh (Mabud) mu vardır? Yoksa seni kaçırtan Allahu-Ekber midir? Acaba Allah (celle celâluhu) dan daha büyük mü vardır?» diye seslendi.


Resûlüllahı dinledikten sonra Müslümanlığı kabul ettim. Baktım ki, Resûlüllahın yüzü güldü. Ve buyurdu: «Şübhesiz gazaba uğrayan­lar Yahudiler, sapıtanlar da Hıristiyanlardır.»


Hadîsi Et-Tirmizî Semmak b. Harb'm hadisinden rivayet etmiştir. Hasan ve gâribdir dedi.


Abdurrezzak Ma'mer'den o, Büdeyil EI-Âkiylî'den, o da Abdullah b. Şekik'den o da Resûlüllahı dinliyen bir zattan rivayet etti: ResûlüUah «Va'dul-Kurâ» adlı yerde idi. «Benî-Kayin» kabilesinden bir kişi Resû­lüllahdan sordu: Ey Allah'ın Resulü! Bu (âyette bahsedilenler) kim­lerdir?»


Cenabı Peygamber: «Gazaba uğrayanlar Yahudiler, sapıtanlar Hıristiyanlardır.» cevabını verdi...


İbnu-Merduyeh, Ebu-Zer yoluyla nakletti: «Resûlüllah'dan gaza­ba uğrayanları sordum. Yahudîlerdir dedi. Ben, ya sapıtanlar kimler­dir, dedim. Hıristiyanlardır, dedi.»


Es-Suddî İbnu-Mesud ve diğer sahabeler kanalıyla nakletti: «Ga­zaba uğrayanlar Yahudiler, sapıtanlar Hıristiyanlardır.»


Ed-Dehhak ve Ibnu-Cüreyç Îbnu-Abbas'dan rivayet ettiler: «Ga­zaba uğrayanlar Yahudiler, sapıtanlar Hıristiyanlardır.»


tbnu-Ebi-Hâtim «Tefsir âlimleri arasında gazaba uğrayanlardan maksad, Yahudiler, sapıtanlardan maksad, Hıristiyanlar olduğunda ihtilâf olduğunu bilmem. Delili de, şu bahsi geçen imamların tefsirle­ridir.» dedi, [41]



Zarif Bir Konu



Fâtihâ sûresini okuyup bitirene daha önce de söylediğimiz gibi âmin demek mustahabdır. Delili imamı Ahmed'in Tirmizî ve Ebu-Davud'un Vâil b. Hacer'den gelen rivayetleridir: «Resûlüllahdan işit­tim «Veleddallin»den sonra âmin dedi ve (yani amiiin gibi) sesini oldukça uzattı.»


Ebu-Davud'un rivayetinde «Sesini yükseltti.» vardır. Tirmizî: «Bu hadis, Hasendir» dedi.


Hz. Ali, İbnu-Mes'ud ve diğer sahabelerden: «ResûlüIIah «Veled-dallinni okuduktan sonra arkasında ve birinci safda duranların işitece­ği kadar sesini yükselterek âmin derdi.»


Hadîsi, Ebu-Davud ve İbnu-Maceh rivayet ettiler. İbnu Maceh: «Onun Âminiyle mescid çınlanırdı» fazlalığını da rivayet etti.


Namazda olmayanlar için de Fâtihâ'dan sonra «amin» demek mustahabdır. Namazda olan için daha da mustahabdır. Zira Sahiheyin (Buharî ve Müslim) de Ebu-Hüreyre'den şu hadis rivayet edildi:


«İmam, âmin dediğinde siz de âmin deyiniz. Zira kimin Âmini me­leklerin Âminine denk ve rast gelirse, onun geçmiş günâhtan onun için affedilir.»


Müslim de: «Biriniz namazda Âmin dediğinde Melekler de gökte Amin derler. Böylece birbirine denk gelir ve o, kimsenin geçmiş günâ­hı bağışlanır.»


Bu denkleşme ya zamanda, ya kabul edilmekte veya ihlâs sıfatm-dadır.


Sahihi Müslim'de merfu* olarak Ebu-Mûsâ el-Aşârî'den rivayet edildi: «İmam Âmin dediğinde sizler de Amin deyiniz (derseniz) Allah duanızı kabul eder.»


Ed-Dehhak Îbnu-Abbas'dan: «Ey Allanın Resulü! Âminin mânâsı nedir? ResûlüIIah (S.A.V.): «Ey Rabbim isteğimi yap demektir.» diye cevab verdi.


Tirmizî: «Âminin mânâsı, bizi mahrum etme ümidimizi kırma de­mektir» dedi.


El-Kurtubî: «Âmin Allah'ın adlarından biridir.» Malîküer: «İmam, Âmin demez fakat cemaat Amin derler.»


Zira îmamı Mâlik Ebu-Hüreyre yoluyla rivayet etti ki: «İmam «Veleddallin» dediğinde siz Âmin deyiniz.»


Bir de Mâlikiler, Müslim'de bulunan Ebu-Mûsâ, hadisiyle istidlal ettiler: «İmam «Veleddallin»i okuduğu zaman, siz Âmin deyiniz.»


Fakat Buharı ve Müslim'in ittifakla zikrettikleri hadisde: «İmam Amin dediğinde siz de Âmin deyiniz.» denildi.


Bir de ResûlüIIah Veleddallin'i okuduğu zaman Âmin derdi. Bun­lar Mâlikilerin aleyhine delildir.


İbnu-Maceh rivayet etti: «Yahudiler, en fazla selâm vermenizden ve Âmin demenizden ötürü sizi kıskanıyorlar.»[42]


İbnu-Maceh İbnu-Abbas'dan rivayet etti: «Yahudilerin Âmin'den Ötürü sizden kıskanmaları kadar hiç bir şeyden kıskanmazlar. (Onları kıskandırmakta iyi olduğuna göre) siz, çokça Âmin deyiniz.» [43]


İbnu-Merduyeh Ebu-Hüreyre'den rivayet etti: «Amin âlemlerin Rabbisinin nıü'min kulları üzerinde mührüdür.» [44] Enes'den; «Namazda bana Âmîn verildi. Dua ederken Âmin veril­di. Musa (A.S.) hariç benden önce hiç bir kimseye Âmin verilmedi. Musa duâ ederdi. Hânın (A.S.) da Âmin derdi. Öyle ise dualarınızı Âmin ile sonuçlandırınız. Şübhesiz ki (Âmin ile sonuçlandırdığınız takdirde) Allah duanızı kabul buyurur.» [45]


Et-Teberanî ve El-Beyhakî Vâil b. Hacer'den rivayet ettiler: «Re-sûlüllahdan işittim: «Veleddallin» okuduktan sonra «Rebbiğfirli Âmin» (Ey Rabbim beni mağfiret eyle ve duamı kabul buyur) derdi.»[46]


Et-Teberanî Vail b. Hacer kanalıyle rivayet etti: «Resûlullahın namaza girdiğini gördüm. Fâtihâtul-Kitap sûresinin okuyuşunu bitir­diğinde üç defa Âmin dedi.» [47]


Ebu-Davud, Hasan bir sened ile ashâbdan olan Ebi-Züheyr en-Nü-meyri'den rivayet etti: «Birisi bir duâ ederse, ona; duam Aminle mü­hürle. Zira Âmin sahife (resmi yazışma) üzerindeki mühür mesabe­sinde (yerinde) dir. Bu durumu size haber vereyim mi: Biz bir gece Resûlüllah ile beraber çıktık, duasında ve isteğinde çok İsrar edip ya-karan birisine rastladık. Resûlüllah durup onun yakarmasına kulak verdi. Ve buyurdu: «Eğer mühürlerse, duası kabul olunur. Oradaki topluluktan birisi: «Ey Allah'ın Resulü! Neyledir mühürlenmesi?»


Resûlüllah (S.A.V.) «Âmin» iledir. Eğer bu kişi duasını Âmin ile sonuçlandınrsa, dusı kabul edilmiştir.» [48]


İbnu-Adî «Kamil»de Ebu-Hüreyre'den: «Yahudiler kıskanç bir ka­vimdir. Sizden üç şeyden ötürü kıskanırlar: Selâmı açıkça söylemeniz­den, saflarınızı düzgün tutmanızdan ve Âmin demenizden...» [49]


El-Hekim rivayet etti: «Allah ümmetime üç şey verdi. Onlardan hiç birisini hiç kimseye vermemiştir: Cennet ehlinin tehiyyesi (selam­laşması) olan selâm'i, Meleklerin saflarını (namazdaki saflar kasde-diliyorveâmin'i vermiştir. Ancak Âminden Musa ve Hârûn (A.S.)'a verilen müstesnadır.» [50]


İbnu-Ebi-Şeybe Mucahid'den rivayet etti: «tmam «Veleddallin» dediğinde sen «allahümme innî esetukel-cennete ve eûzu bike minen-nârı» (Ey Allahım! Şübhesiz ki ben (kulun) senden Cenneti isterim. Ve ateşten sana sığınırım» de.» [51]


İbnu-Ebi-Şeybe Er-Rebi' b. Hayseme'den rivayet etti: «tmam «Ve­leddallin» dediğinde sen duadan dilediğin yardımı iste. (Yani duâ vası-tasiyle Allah'dan dilediğini iste).» [52]


Ed-Deylemî Enes'den: «Allah'ın Resulü buyurdu: Besmeleyi oku­duktan sonra Fâtihâ'yı, ondan sonra Âmin'i okuyan bir insan için gök­lerde ne kadar Mukarrab (Allah'ın dergâhına yaklaştırılmış) Melek varsa, hepsi af talebinde bulunur.» [53]



Besmelenin Bazı Faziletleri



Ed-Deylemî «Müsnedul-Firdavs» adlı kitabında Merfu olarak İbnu Abbas'dan rivayet etti: «Muallim çocuğa, Bismillahir-Rahmanir-Ra-him de diye telkinde bulunduğu zaman, hem muallim için hem ço­cuk için hem de çocuğun ana ve babası için ateşten bir beraat yazı­lır.» [54]


Îbnu-Senî «Amelul-Yevmi Velleyle» adlı eserinde ve ed-Deylemi de Merfu' olarak Hz. Ali'den rivayet ettiler: «Bir vartaya (bir musibet ve felâkete) düştüğün zaman; «Bismillahir-Rahmanir-Rahim Velâ Havle Velâ Kuvvete İllâ Billahil-AIiyyil-Azimi» (Rahman ve Rahim olan Al­lanın adiyle. Günâhdan dönüş ve ibâdete yöneliş ancak büyük ve yü­celer yücesi bulunan Allah'ın yedi kudretindedir) de. Şübhesiz ki dedi­ğin takdirde Allah onun yüzü hürmetine senden dilediği kadar belâ çe­şitlerini defeder.» [55]


Ebu-Şeyh «El-Azeme» adlı eserinde Safvan b. Selim'den rivayet etti: «Cinler insanların eşyalarından ve elbiselerinden istifade ederler.


Sizden bir elbiseyi alan veya bırakan «Bismillah» desin. Zira Besmele mühürdür.»[56]


Ebu-Naim ve ed-Deylemî Âişe validemizden rivayet ettiler: ((Bes­mele ilk nazil olduğunda Mekke'lilerin işitebilecekleri kuvvette dağlar bağırdılar. Bunun üzerine Mekke putperestleri: Muhammed dağlara sihir yaptı. Bundan sonra Allah bir duman gönderdi. Tâ gelip Mekke ehâlisini kapsadı. Bunun karşısında Allah'ın Habibi: Kim inanarak Besmeleyi okursa, dağlar onunla beraber teşbih eder. Ancak bu ses


onlardan işidilmez.» [57]


Bağdadî El-Hafız Ebu-Bekr El-Hatib «El-Cami» adlı eserinde riva­yet etti: «Her kitabın anahtarı besmeledir.» [58]


El-Hatib, Ez-Zührî'den: «Şiirin başında besmelenin yazılmaması geçerli bir adettir.»


El-Hatip Said b. Cübeyr'den: «Şiir kitabı dahi olursa, başında Bes­mele olmayan bir kitab yararlı olamaz.»[59]



Sonuç



Fatiha sûresi yedi âyettir. Âlimlerden bazısına göre Besmele tek başına birinci âyeti teşkil eder. Bazısına göre «Enam'te aleyhim» den itibaren yedinci âyet teşekkül eder. Besmele ise «El-Hamdu lillâhi Rab-bil-Alemin» ile beraber bir âyettir.


Tekrarlanan yedi âyet denilmesinin sebebi ya bir kaç defa aynı sûrenin inmesinden veya namazlarda tekrarlanmasından ileri, geliyor.


«Mâlik-i Yevmid-Din»e- kadar olan kısım Allah'ın tevhidini, aza­met ve yüceliğini ilân ettiğinden Kur'anı Kerîm'in dört ana hedefin­den tevhid hedefini kapsar. Ve aynı zamanda «Ceza gününün sahibi» mânasını ifade eden «Maliki Yevmid-Din» Kur'an'ın HAŞIR esasım ifa­de eder. «Ancak sana ibâdet ederiz yalnız ve yalnız senden yardım is­teriz. Bizi dosdoğru yola ilet» mealindeki kısımda Kur'an'ın tevhid hedefini kapsadığı gibi adaletin ayrılmaz bir parçası olan ubudi­yeti (kulluk) de belirtiyor. Dolayısıyle Kur'ân'ın adalet esasını kapsıyor.


«Kendilerine nimet ihsan ettiklerinin yoluna bizi ilet...» olan kı­sım, Kur'ân'ı Kerîm'in «nübüvvet» (peygamberlik) esasını kap­sar dolayısıyle Fatiha sûresi Kur'ân-iÂzimin dört ana esasını kapsa­yan fihristidir. O, mübarek sûreyi okuyan muhtasaran (kısa yoldan) Kur'an'ın tamamını okumuş gibi olur.


Fatiha tefsirini (24-1-1983) Miladî, (10-Rebiul-ahir-1403), Hicrî, Pazartesi günü Ankara kapalı cezaevinde bitirdim. Bu aciz kulunu, şu büyük hizmete muvaffak kılan yüceler yücesi, kâinatın sahibi hazreti Allah'a sonsuzluğuna laik hamd-u senalar olsun onun Resulü zişânına ve o, Resulün ashabına salatû-selâm olsun.[60]








[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları 1/165.

[2] Bak. Kadı - El - Beyzavi Amire 1-18 İstanbul 1317.

[3] Bak. Envarut - Tenzil Amire 1-18 İstanbul-1317.

[4] El-Enbiya: 34

[5] El-Enbiya: 73

[6] El-İsrâ: 9

[7] El-Ankebut: 69

[8] El-Ankebut: 69

[9] ibrahim: 34

[10] El-Maide: 77

[11] En-Nisa: 93

[12] Yunus: 32

[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları 1/166-176.

[14] Ali Ar slan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları 1/176-177.

[15] Ali Ar slan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları 1/177-179.

[16] Îbnu-Kesîrr cilt î, 32-33 Dar. End. Beyrut.

[17] Bk. Ed-Durrul - Mensur, 1-8, Kahire bilâ tarih.

[18] Bk. îbnu-Kesir, Cilt 1-33, Daml-End. Beyrut - Tarihsiz.

[19] Ed - Durrul - Mensur, 1-9, Kahire bilâ tarih.

[20] Bk. Îbnu-Kesîr, Cilt: 1-34, Dar. End. Beyrut.

[21] Bk. Îbnu-Kesîr, Cilt: İ -34, Dar. End. Beyrut.

[22] Bk. İbnu-Kesîr, Cilt: 1-34, Dar. End. Beyrut.

[23] Bk. tbnu-Kesîr, Cilt: 36, Dar. End.

[24] Bk. İbn-Kesir, Cilt: 1-36, Beyrut.

[25] Bk. İbnu-Kesir, Cilt: 1-38, Dar. End. Beyrut

[26] Ali Ar slan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları 1/179-184.

[27] Bk. İbnu-Kesîr, Cilt: 1-22, Darul - Marife, Beyrut.

[28] Bk. İbnu-Kesîr, Cilt: 1-22, Darul - Marife, Beyrut

[29] Bk. İbnu-Kesîr, Cilt: 1-23, Darul - Marife, Beyrut.

[30] Bk. îbnu-Kesir Cilt. 1-23, Darul - Ma'rife, Beyrut.

[31] Bk. Ed-Durrul- Mensur, Cilt 1-13, El-Haiebi, Kahire

[32] Bk. Îbnu-Kesir, 1-24, Dar. Marife. Beyrut

[33] Bk. Ed-Durrul, Mensur, 1-13, el-Halebî, Kahi.e.

[34] Bk. Ed-Durrul, Mensur, 1-13, el-Halebî, Kahire.

[35] Bk. Ed-Durrul, Mensur, 1-13, el-Halebî, Kahire.

[36] Bk. İbnu-Kesîr, 1-25, Dar. End. Beyrut.

[37] Ali Ar slan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları 1/184-188.

[38] Bk. İbnu-Kesîr, 1-25. Dar. End. Beyrut, Bilâ tarih.

[39] Bk. Îbnu-Kesîr, Cüt: 2, 1-48. Dar. Eln. Beyrut.

[40] Bk. Îbnu-Kesîr, Cilt: 1-50, Dar. Eln. Beyrut.

[41] Bk. tbnu-Kesîr, Cilt; 1-54. Dar. End. Beyrut.

Ali Ar slan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları 1/188-194.

[42] İbnu-Kesîr, Cilt: 1-56-57, Dar. End. Beyrut.

[43] İbnu-Kesîr, Cilt: 1-56-57, Dar. End. Beyrut.

[44] İbnu-Kesîr, Cilt: 1-56-57, Dar. End. Beyrut.

[45] Îbnu-Kesîr, Cilt: 1-57, Dr. End. Beyrut.

[46] Ed - Durul - Mensur, Cilt: 1-16, el-Halebî, Kahire

[47] Ed - Durul - Mensur, Cilt: 1-16, el-Halebî, Kahire

[48] Ed - Durul - Mensur, Cilt: 1-7, el-Halebî, Kahire

[49] Ed - Durul - Mensur, Cilt: 1-17, el-Halebî, Kahire

[50] Ed - Durul - Mensur, Cilt: 1-17, el-Halebî, Kahire.

[51] Ed - Durul Mensur, Cilt: 1-17, el-Halebî, Kahire

[52] Ed-Durul-Mensur, Cilt: 1-17, el-Halebî, Kahire.

[53] Ed - Durul - Mensur, Cilt: 1-17, el-Halebî, Kahire

Ali Ar slan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları 1/194-197.

[54] Ed - Durul - Mensur, 1-9, Kahire.

[55] Ed - Durul - Mensur, el-Halebî, 1-9-10.

[56] Ed-Durul-Mensur, 1-10, el-Halebî, Kahire.

[57] Ed-Durul-Mensur, 1-10, el-Halebî, Kahire.

[58] Ed-Durul-Mensur, 1-10, el-Halebî, Kahire.

[59] Ed-Durul-Mensur, 1-10, el-Halebî, Kahire.

Ali Ar slan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları 1/197-198.

[60] Ali Ar slan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları 1/198-199.

Hiç yorum yok: