7 Kasım 2007 Çarşamba

risalei nurda fatiha tefsiri











İşaratü'l-İ'caz, Sayfa 20 ila 32


Bu Sayfayı 'Sayfalarım'a Ekle





-1-
Bu kelam, güneş gibidir. Yani, güneş başkalarını gösterdiği gibi, kendini de gösterir, başka bir güneşe ihtiyaç bırakmaz. başkalarına yaptığı vazifeyi, kendisine de yapıyor; ikinci bir daha lazım değildir.
Evet öyle müstakil bir nurdur ki, bu nur, hiçbir şeye bağlı değildir. Hatta bu nurun car ve mecruru bile hiçbir şeye muhtaç değildir. Ancak harfinden müstefad olan -2- veya örfen malum olan -3- veyahut mukadder olan -4- ’ün istilzam ettiği -5- fiillerinden birine mütealliktir.
İhtar : ’ taki car ve mecrura müteallik olarak mezkur olan fiiller, besmeleden sonra takdir edilir ki, hasrı ifade etmekle ihlas ve tevhidi tazammun etsin. İsim, Cenab-ı Hakkın zati isimleri olduğu gibi, fiili isimleri de vardır. Bu fiili isimlerin, Gaffar ve Rezzak, Muhyi ve Mümit gibi pek çok nevileri vardır.
Sual : Bu fiili isimlerinin kesretle tenevvüü neden meydana geliyor?
Cevap : Kudret-i ezeliyenin, kainattaki mevcudatın nevilerine, fertlerine olan nispet ve taallukundan husule gelir. Bu itibarla, kudret-i Ezeliyenin taalluk ve tesirini celb eder. Ve o taalluk, abdin kesbine ve işine yardım edici bir ruh gibi olur. Öyleyse, hiç kimse, hiçbir işini besmelesiz bırakmasın!

1 Allahın adıyla. (Fatiha Suresi: 1.)

3 Teberrük ediyorum.

4 De!

5 Oku.



Lafza-i celali, bütün sıfat-ı kemaliyeyi tazammun eden bir sadeftir. Çünkü Lafza-i Celal, Zat-ı Akdese delalet eder; Zat-ı Akdes de, bütün sıfat-ı kemaliyeyi istilzam eder. Öyleyse, o lafza-i mukaddese, delalet-i iltizamiye ile, bütün sıfat-ı kemaliyeye delalet eder.
İhtar : Başka ism-i haslarda bu delalet yoktur. Çünkü, başka zatlarda sıfat-ı kemaliyeyi istilzam etmek yoktur.


*
Bu iki sıfatın Lafza-i Celalden sonra zikirlerini icap eden münasebetlerden birisi şudur ki:
Lafza-i Celalden, celal silsilesi tecelli ettiği gibi, bu iki sıfattan dahi cemal silsilesi tecelli ediyor.
Evet, herbir alemde emir ve nehiy, sevap ve azap; terğib ve terhib, tesbih ve tahmid, havf ve reca gibi pek çok füruat, celal ve cemalin tecellisiyle teselsül edegelmektedir.
İkincisi: Cenab-ı Hakkın ismi, Zat-ı Akdesine ayn olduğu cihetle, Lafza-i Celal, sıfat-ı ayniyeye işarettir. ’ de, fiili olan sıfat-ı gayriyeye imadır. dahi, ne ayn ne gayr olan sıfat-ı seb’aya remizdir. Zira , "Rezzak" manasınadır. Rızık, bekaya sebeptir. Beka, tekerrür-ü vücuttan ibarettir. Vücut ise, birincisi mümeyyize, ikincisi muhassısa, üçüncüsü müessire olmak üzere, "ilim, irade, kudret" sıfatlarını istilzam eder. Beka dahi, semere-i rızık mahsulü olduğu için, "basar, sem’, kelam" sıfatlarını iktiza eder ki, merzuk, istediği zaman ihtiyacını görsün, istediği zaman işitsin, aralarında vasıta bulunduğu takdirde o vasıta ile konuşsun. Bu altı sıfat, şüphesiz, birinci sıfatı olan "hayat"ı istilzam ederler.
Sual : Rahman büyük nimetlere, Rahim küçük nimetlere delalet ettikleri cihetle, Rahim’in, Rahman’dan sonra zikri, yukarıdan aşağıya inmek manasına olan "san’atü’t-tedelli" kaidesine dahildir. Bu ise, belagatça makbul değildir.
Cevap : Evet, kaşlar göze, gem ata mütemmim oldukları ve onların noksanlarını ikmal ettikleri gibi, küçük nimetler de büyük nimetlere mütemmimdirler. Bu itibarla, mütemmim olan, haddizatında küçük de olsa, faydayı ikmal ettiğinden, büyükten daha büyük olması icap eder.

* O Rahman ve Rahimdir. (Fatiha Suresi: 1.)



Ve keza, büyükten beklenilen menfaat küçüğe mütevakkıf ise, o küçük, büyük sırasına geçer; o büyük dahi küçük hükmünde kalır; kilit ile anahtar, lisan ile ruh gibi.
Ve keza, bu makam, nimetlerin tadadı veya nimetlerle imtinan makamı değildir. Ancak, insanları, gizli ve küçük nimetlere tenbih ve ikaz etmek makamıdır. Evvelki makamlardaki "tedelli" şu tenbih makamında "terakki" sayılır. Çünkü, gizli ve küçük nimetleri insanlara göstermek ve insanları onların vücuduna ikaz etmek, daha layık ve daha lazımdır. Bu itibarla, şu meselemizde tedelli değil, terakki vardır.
Sual : Mebde ve me’haz itibarıyla "rikkatü’l-kalb" manasını ifade eden bu iki sıfatın Cenab-ı Hak hakkında kullanılması caiz değildir. Eğer mana-yı hakikatlerinin lazımı ve neticesi olan in’am ve ihsan kastedilirse, mecazda ne hikmet vardır?
Cevap : Bu iki sıfat-"yed" gibi-mana-yı hakikileriyle Cenab-ı Hak hakkında kullanılması muhal olan müteşabihattandır. Müteşabihatta, mana-yı mecazinin, mana-yı hakikinin lafzıyla, üslubuyla gösterilmesindeki hikmet, insanların meluf ve malumları olmayan manaları ve hakikatleri zihinlerine yakınlaştırıp kabul ettirmekten ibarettir. Mesela "yed"in mana-yı mecazisi insanlara me’nus olmadığından, mana-yı hakikinin şekliyle, lafzıyla gösterilmesi zarureti vardır.
-1-
Evvela: Bu kelimeyi makabline bağlattıran cihet-i münasebet, Rahman ve Rahim’in delalet ettikleri nimetlerin hamd ve şükürle karşılanması lüzumundan ibarettir.
Saniyen: Şu cümlesi, herbiri niam-ı esasiyeden birine işaret olmak üzere, Kur’an’ın dört suresinde tekerrür etmiştir. O nimetler de, "neş’e-i ula ile neş’e-i ulada beka, neş’e-i uhra ile neş’e-i uhrada beka" nimetlerinden ibarettir.
Salisen: Bu cümlenin Kur’an’ın başlangıcı olan Fatiha Suresine fatiha, yani başlangıç yapılması neye binaendir?
Cevap: Kainatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye, -2- ferman-ı celilince, ibadettir.

1 Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Allaha mahsustur. (Fatiha Suresi: 2.)

2 Ben, cinleri ve insanları ancak bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi: 56.)



Hamd ise, ibadetin icmali bir sureti ve küçük bir nüshasıdır. ’ın bu makamda zikri, hilkatin gayesini tasavvur etmeye işarettir.
Rabian: Hamdin en meşhur manası, sıfat-ı kemaliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki:
Cenab-ı Hak, insanı, kainata cami bir nüsha ve on sekiz bin alemi havi şu büyük alemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esma-i Hüsnadan herbirisinin tecelligahı olan herbir alemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedia bırakmıştır.
Eğer insan, maddi ve manevi herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfiyi ifa ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedia bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi alemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o aleme bakar ve o aleme tecelli eden sıfatla o alemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir ayna olur. O vakit insan, ruhuyla, cismiyle alem-i şehadet ve alem-i gayba bir hülasa olur ve her iki aleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle, insan, sıfat-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur. Nitekim Muhyiddin-i Arabi, hadis-i şerifinin beyanında, "Mahlukatı yarattım ki, Bana bir ayna olsun ve o aynada cemalimi göreyim" demiştir.
: burada ihtisas içindir. Hamdin Zat-ı Akdese has ve münhasır olduğunu ifade eder. Bu ’ın mütealliki olan ihtisas hazf olduktan sonra ona intikal etmiştir ki, ihlas ve tevhidi ifade etsin.
İhtar : Müşahhas olan birşeyin umumi bir mefhumla mülahaza edildiğine binaen, Zat-ı Akdes de müşahhas olduğu halde, Vacibü’l-Vücud mefhumuyla tasavvur edilebilir.
: Yani, herbir cüz’ü bir alem mesabesinde bulunan şu alemi bütün eczasıyla terbiye ve yıldızlar hükmünde olan o cüzlerin zerratını kemal-i intizamla tahrik eder.
Evet, Cenab-ı Hak, herşey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir ve o noktayı elde etmek için o şeye bir meyil vermiştir. Herşey, o nokta-i kemale doğru hareket

Keşfül-Hafa, 2:13.



etmek üzere, sanki manevi bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. Esna-yı harekette onlara yardım eden ve manilerini def eden, şüphesiz, Cenab-ı Hakkın terbiyesidir.
Evet, kainata dikkatle bakıldığı zaman, insanların taife ve kabileleri gibi, kainatın zerratı, münferiden ve müçtemian Halıklarının kanununa imtisalen, muayyen olan vazifelerine koşmakta oldukları hissedilir. (Yalnız bedbaht insanlar müstesna!)

-1-
Bu kelimenin sonundaki yalnız i’rab alametidir, -2- -3- gibi. Veya cem’ alametidir; çünkü, alemin ihtiva ettiği cüzlerin herbirisi bir alemdir. Veyahut, yalnız manzume-i şemsiyeye münhasır değildir. Cenab-ı Hakkın, şu gayr-ı mütenahi fezada çok alemleri vardır.
Evet, -4- ve -5- de olduğu gibi, burada da ukalaya mahsus cem’ sigasıyla gayr-ı ukala cem’lendirilmiştir. Bu ise, kavaide muhaliftir?
Evet, alemin ihtiva ettiği uzuvların birer akıl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmesi, belagatin en makbul bir prensibidir. Zira, kainatın alem ile tesmiyesi, kainatın Saniine olan delaleti, şehadeti, işareti içindir. Binaenaleyh, kainatın uzuvları da Sanie olan delaletleri, şehadetleri için birer alem olmaları icap eder. Öyleyse, Saniin o uzuvları terbiyesinden ve o uzuvların da Sanii ilam etmelerinden anlaşılır ki, o uzuvlar; birer hayy, birer akıl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmiştir. Binaenaleyh, bu cem’de kavaide muhalefet yoktur.

1 Alemler. (Fatiha Suresi: 2.)

3 Otuz.

4 Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Allaha mahsustur. Allahın nice felekleri var ki, içinde yıldızlar, güneş ve ay dönüp dururlar.

5 "... Onları bana secde ederken gördüm." (Yusuf Suresi: 4.)



-1-
Makabliyle bu iki sıfatın nazmını icap eden şöyle bir münasebet vardır ki:
Biri menfaatleri celp, diğeri mazarratları def etmek üzere terbiyenin iki esası vardır. "Rezzak" manasına olan birinci esasa, "Gaffar" manasını ifade eden de ikinci esasa işaretleri için birbiriyle bağlanmıştır.

-2-
Makabliyle şu sıfatın nazmını iktiza eden sebep şudur ki:
Şu sıfat, rahmeti ifade eden makabline neticedir. Zira, kıyametle saadet-i ebediyenin geleceğine en büyük delil, rahmettir. Evet, rahmetin rahmet olması ve nimetin nimet olması, ancak ve ancak haşir ve saadet-i ebediyeye bağlıdır. Evet, saadet-i ebediye olmasa, en büyük nimetlerden sayılan aklın, insanın kafasında yılan vazifesini görmekten başka bir işi kalmaz. Kezalik, en latif nimetlerden sayılan şefkat ve muhabbet, ebedi bir ayrılık düşüncesiyle, en büyük elemler sırasına geçerler.
Sual : Cenab-ı Hakkın herşeye malik olduğu bir hakikat iken, burada haşir ve ceza gününün tahsisi neye binaendir?
Cevap : Şu alemin, insanlarca, hakir ve hasis sayılan bazı şeylerine kudret-i ezeliyenin bizzat mübaşereti azamet-i İlahiyeye münasip görülmediğinden, vaz edilen esbab-ı zahiriyenin o gün ref’iyle; herşeyin şeffaf, parlak içyüzüyle tecelli edip Saniini, Halıkını vasıtasız göreceğine işarettir.
-3- tabiri ise, haşrin vukuunu gösteren emarelerden birine işarettir. Şöyle ki: Saniye, dakika, saat ve günleri gösteren haftalık bir saatin millerinden birisi devrini tamam ettiği zaman, behemehal ötekiler de devirlerini ikmal edeceklerine kanaat hasıl olur. Kezalik, yevm, sene, ömr-ü beşer ve ömr-ü dünya içinde tayin edilen manevi millerden birisi devrini tamam ettiğinde, ötekilerin de-velev uzun bir zamandan sonra olsun-devirlerini ikmal edeceklerine hükmedilir.
Ve keza, bir

1 O Rahmandır; rahmeti bütün varlıkları kuşatır ve bütün yaratıklarının her türlü rızkını merha-metle yetiştirir. O Rahimdir; yaratıklarına karşı pek şefkatli ve merhametlidir. (Fatiha Suresi: 3.)

2 O hesap gününün sahibidir. (Fatiha Suresi: 4.)

3 Gün.














İşaratü'l-İ'caz, Sayfa 26


Bu Sayfayı 'Sayfalarım'a Ekle





gün veya bir sene zarfında vukua gelen küçük küçük kıyametleri, haşirleri gören bir adam, saadet-i ebediyenin, haşrin tulu-u fecriyle, şahsı bir nev’ hükmünde olan insanlara ihsan edileceğine şüphe edemez.
kelimesinden maksat ya cezadır, çünkü o gün hayır ve şerlere ceza verilecek bir gündür; veya hakaik-i diniyedir, çünkü hakaik-i diniye o gün tam manasıyla meydana çıkar. Ve daire-i itikadın, daire-i esbaba galebe edeceği bir gündür.
Evet, Cenab-ı Hak, müsebbebatı esbaba bağlamakla, intizamı temin eden bir nizamı kainatta vaz etmiş. Ve herşeyi, o nizama müraat etmeye ve o nizamla kalmaya tevcih etmiştir. Ve bilhassa insanı da, o daire-i esbaba müraat ve merbutiyet etmeye mükellef kılmıştır. Her ne kadar dünyada, daire-i esbab daire-i itikada galip ise de, ahirette hakaik-i itikadiye tamamen tecelli etmekle, daire-i esbaba galebe edecektir. Buna binaen, bu dairelerin herbirisi için ayrı ayrı makamlar, ayrı ayrı hükümler vardır. Ve her makamın iktiza ettiği hükme göre hareket lazımdır. Aksi takdirde, daire-i esbabda iken tabiatıyla, vehmiyle, hayaliyle daire-i itikada bakan Mutezile olur ki, tesiri esbaba verir. Ve keza, daire-i itikadda iken, ruhuyla, imaniyle daire-i esbaba bakan da, esbaba kıymet vermeyerek Cebriye mezhebi gibi tembelcesine bir tevekkülle nizam-ı aleme muhalefet eder.

-1-
zamirinde iki nükte vardır.
Birincisi: Makablinde zikredilen sıfat-ı kemaliyenin zamirinde müstetir ve mutazammın olduğuna işarettir. Çünkü, o sıfatların birer birer tadadından hasıl olan büyük bir şevkle, gaybdan hitaba, yani ism-i zahirden şu zamirine iltifat ve intikal olmuştur. Demek zamirinin mercii, geçen sıfat-ı kemaliye ile mevsuf olan Zattır.
İkincisi: Elfaz okunurken manalarını düşünmek, belagat mezhebinde vacip olduğuna işarettir. Çünkü, manalar düşünülürse, nazil olduğu gibi okunur. Ve o okuyuş, tabiatıyla, zevkiyle hitaba incirar eder. Hatta ’ yu okuyan adam, sanki -2- cümlesindeki emre imtisalen okuyor gibi olur.

1 Ancak sana kulluk ederiz. (Fatiha Suresi: 5.)

2 Kendisini görüyormuşsun gibi Rabbine kullukta bulun. (Hadis-i Şerif: Sahihü’l-Camiüs’s-Sağir, 1049.)



Cem’ sigasıyla zikredilen -1- deki zamir, üç taifeye işarettir.
Birincisi, insanın vücudundaki bütün aza ve zerrata racidir ki, bu itibarla şükr-ü örfiyi eda etmiş olur.
İkincisi, bütün ehl-i tevhidin cemaatlerine aittir; bu cihetle şeriata itaat etmiş olur.
Üçüncüsü, kainatın ihtiva ettiği mevcudata işarettir. Bu itibarla, şeriat-ı fıtriye-i kübraya tabi olarak hayret ve muhabbetle kudret ve azametin arşı altında sacid ve abid olmuş olur.
Bu cümlenin makabliyle vech-i nazmı, ’nun -2- ’ye tefsir ve beyanı olmakla -3- ’de bir netice ve bir lazım olmasıdır.
İhtar : -4- ’nin takdimi, ihlası vikaye etmek içindir. Ve zamir-i hitap da, ibadetin sebep ve illetine işarettir. Çünkü, hitaba incirar eden, geçen sıfatla muttasıf olan Zat, elbette ibadete müstehaktır.

-5-
-6- ’de müstetir zamir, ’nun faili gibi, o üç cemaatten herbirine racidir. Yani, "Bizim vücudumuzun zerratı veya ehl-i tevhid cemaatı veyahut kainat mevcudatı, bütün hacat ve maksatlarımıza, bilhassa en ehem olan ibadetimize, Senden iane ve tevfik istiyoruz."
kelimesinin tekrarlanmasındaki hikmetin, birincisi, hitap ve huzurdaki lezzetin arttırılmasına; iİkincisi, ayan makamının bürhan makamından daha yüksek olduğuna; üçüncüsü, huzurda sıdk olup kizbin ihtimali olmadığına; dördüncüsü, ibadetle istianenin ayrı ve müstakil maksatlar olduklarına işarettir.
Bu iki fiili birbiriyle bağlayan münasebet, ücretle hizmet arasındaki münasebettir. Zira ibadet, abdin Allah’a karşı bir hizmetidir. İane de, o hizmete karşı bir ücret gibidir. Veya mukaddeme ile maksud arasındaki alakadır. Çünkü iane ve tevfik, ibadete mukaddemedir. kelimesinin takdiminden doğan hasr, abdin,

1 Kulluk ederiz.

2 Hamd olsun.

3 O, hesap gününün sahibidir. (Fatiha Suresi: 4.)

5 Ancak Senden yardım dileriz. (Fatiha Suresi: 5.)

6 Yardım dileriz.



Cenab-ı Hakka karşı yaptığı ibadet ve hizmetle, vesait ve esbaba olan tezellülden kurtuluşuna işarettir. Lakin, esbabı tamamen ihmal ve terk etmek iyi değildir. Çünkü, o zaman Cenab-ı Hakkın hikmet ve meşietiyle kainatta vaz edilen nizama karşı bir temerrüd çıkar.
Evet, daire-i esbabda iken tevekkül etmek, bir nevi tembellik ve atalettir.

-1-
Hidayeti talep etmekle ianeyi istemek arasında ne münasebet vardır?
Evet, biri sual, diğeri cevap olduklarından birbiriyle bağlanılmıştır. Şöyle ki:
-2- ile iane talep edilirken makam iktizasıyla "Ne istiyorsun?" diye varid olan mukadder sual, ile cevaplandırılmıştır. ile istenilen şeylerin ayrı ayrı ve müteaddit olmasır manasının da ayrı ayrı ve müteaddit olmasını icap eder. Sanki dört masdardan müştakdır. Mesela, bir mü’min hidayeti isterse, sebat ve devam manasını ifade eder. Zengin olan isterse, ziyade manasını, fakir olan isterse i’ta manasını, zayıf olan isterse iane ve tevfik manasını ifade eder. Ve keza, (Her şeyi halk ve hidayet etmiştir.) manasında bulunan ayet-i celilesi hükmünce, zahiri ve batıni duygular, afaki ve harici deliller, enfüsi ve dahili bürhanlar, peygamberlerin irsaliyle, kitapların inzali gibi vasıtalar itibarıyla da hidayetin manası taaddüt eder.
İhtar : En büyük hidayet, hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak, batılı batıl göstermektir.
-3-

1 Bize hidayet et. (Fatiha Suresi: 6.)

2 Senden yardım dileriz. Allahım! Bize hakkı hak olarak göster ve ona uymayı nasip et; batılı da, batıl olarak göster ve ondan da sakınmayı nasip et. Amin.

Bu manadaki ayet Taha Suresi 50. Ayettir. Manası: Herşeyi yerli yerince yaratan, fayda ve zararlarını gösteren onu yaratılış maksadına sevk eden [Allahtır].



-1-
Sırat-ı müstakim şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülasasından hasıl olan adl ve adalete işarettir. Şöyle ki:
Tagayyür, inkılap ve felaketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskan edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin, birincisi, menfaatleri celp ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye, ikincisi, zararlı şeyleri def için kuvve-i sebuiye-i gadabiye, üçüncüsü, nef’ ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.
Lakin, insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmişse de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin herbirisi, tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar. Mesela, kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helale ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki, namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helaline şehveti var, harama yoktur.
İhtar : Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında da bu üç mertebe mevcuttur.
Ve keza, kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi, cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddi ve ne manevi hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.
İhtar : Bu kuvve-i gadabiyenin füruatında da şu üç mertebenin yeri vardır.
Ve keza, kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabavettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; batılı batıl bilir, içtinap eder.
-2-
İhtar : Bu kuvvetin şu üç mertebeye inkısamı gibi, füruatı da o üç mertebeyi havidir. Mesela, halk-ı ef’al meselesinde Cebr mezhebi ifrattır ki,

1 Dos doğru yol ... (Fatiha Suresi: 6.)

2 Kime hikmet verilmişse, işte ona pekçok hayır verilmiştir. (Bakar Suresi: 269.)



bütün bütün insanı mahrum eder. İtizal mezhebi de tefrittir ki, tesiri insana verir. Ehl-i Sünnet mezhebi vasattır. Çünkü bu mezhep, beyne-beynedir ki, o fiillerin bidayetini irade-i cüz’iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor. Ve keza, itikadda da tatil ifrattır, teşbih tefrittir, tevhid vasattır.
Hülasa: Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad, şu üç mertebedir.

-1-
Kur’an’ın inci gibi lafızlarının dizilmesi bir hayta, bir çeşide, bir nakşa münhasır değildir. Belki, zuhurca, hafaca, yakınlıkça, uzaklıkça mütefavit çok tenasüplerden hasıl olan pek çok nakışlar üzerine dizilmişlerdir, nazmedilmişlerdir. Zaten i’cazın esası, ihtisardan sonra ancak böyle nakışlardadır.
Evet, ile makablindeki herbir kelime arasında bir münasebet vardır. Mesela, -2- ile münasebeti vardır; çünkü nimet, hamde delil ve karinedir. -3- ile münasebettardır. Çünkü, terbiyenin kemali, nimetlerin tevali ve teakubu ile olur. -4- ile alakadardır; çünkü -5- den irade edilen "enbiya, şüheda, suleha, ulema" rahmettirler. -6- ile alakası vardır; çünkü, nimet-i kamile, ancak dindir. -7- ile alakası var; çünkü ibadette imamlar bunlardır. -8- ile var; çünkü, tevfike ve ianeye mazhar bunlardır. -9- ile var; çünkü hidayette

1 Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerin ve onlara tabi olan salih kullarının yoluna ilet. (Fatiha Suresi: 7.)

2 Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Allaha mahsustur. (Fatiha Suresi: 2.)

3 Alemlerin Rabbi (Fatiha Suresi: 2.)

4 O Rahman ve Rahimdir. (Fatiha Suresi: 3.)

6 O, hesap gününün sahibidir. (Fatiha Suresi: 4.)

9 Bize hidayet et. (Fatiha Suresi: 6.)



muktedabih onlardır. -1- ile vardır; çünkü doğru yol ancak onların mesleğidir.
-2- veya -3- kelimelerine -4- kelimesinin tercihi, mesleklerinin etrafı mahdut ve işlek bir cadde olduğuna ve o caddeye girenlerin bir daha çıkmamalarına işarettir.
Mahut ve malum olan şeylerde kullanılması usul ittihaz edilen esma-i mevsuleden -5- tabiri, onların zulümat-ı beşeriye içinde elmas gibi parladıklarına işarettir ki, onları taharri ve talep etmeye ve aramaya lüzum yoktur. Onlar, herkesin gözü önünde hazır olduklarını temin eden bir ulüvv-ü şana maliktirler. Cem’ sigasıyla ’nin zikri, onlara iktida ve tabi olmak imkanının mevcudiyetine ve onların mesleklerinde butlan olmadığına işarettir. Çünkü, ferdi olmayan bir meslekte tevatür vardır; tevatürde butlan yoktur.
Mazi sigasıyla -6- nin zikri, tekrar nimeti talep etmeye bir vesile olduğuna ve Allah’a raci olan zamiri de bir yardımcı ve bir şefaatçi vazifesini gördüğüne işarettir. Yani, "Ey Rabbim! Madem ki in’am senin fiilindir ve evvelce de in’amı yapmışsın; istihkakım olmadığı halde in’amı tekrarlamak, Senin şe’nindir."
-7- ’deki -8- enbiyaya yükletilen risalet ve teklif yükünün pek ağır olduğuna ve sahraları faydalandırmak için yağmur, kar ve fırtınaların şedaidine maruz kalan yüksek dağlar gibi, peygamberlerin de ümmetlerini feyizlendirmek için risalet zahmetlerine maruz kaldıklarına işarettir.
İhtar : Başka bir surede zikredilen -9- olan ayet-i

1 Dos doğru yol. (Fatiha Suresi: 6.)

2 Yol.

3 Yol.

4 Yol.

5 Onlar ki ...

6 Nimetlendirdin...

7 Kendilerine...

8 Üzerine.

9 İşte onlar. Allahın kendilerine pek büyük nimetler bağışladığı peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler. (Nisa Suresi: 69.)



kerime, buradaki -1- ayet-i celilesini beyan eder. Zaten Kur’an’ın bir kısmı, bir kısmını tefsir eder.
Sual : Şeygamberlerin meslekleri birbirine uymadığı gibi, ibadetleri de birbirine muhaliftir. Bunun esbabı nedir?
Cevap : İtikad ve amelde, usul ve ahkam-ı esasiyede peygamberlerin hepsi daimdirler, sabittirler, müttehittirler. İhtilaf ve tefavütleri, ancak füruattadır. Zaten zamanların tebeddülüyle füruatın da tebeddül ve tegayyürü tabii birşeydir. Evet, mevasim-i erbaada tedavi ve telebbüs gibi çok şeyler tebeddüle uğrar. Mesela, kışın giyilen kalın elbise yazın tebeddüle uğrar veya kışın güzel tesiri olan bir ilacın yazın fena tesiri olur, kullanılmaz. Kezalik, kalb ve ruhların gıdası olan ahkam-ı diniyenin füruatı da, ömr-ü beşerin devreleri itibariyle tebeddüle uğrar.

-2-
Havf ve firar makamı olan şu sıfatın makablindeki makamlarla münasebatı ise, bu makamın hayret ve dehşet nazarıyla celal ve cemal ile muttasıf olan makam-ı rububiyete baktırması; ve iltica ve dehalet nazarıyla -3- ’deki makam-ı ubudiyete baktırması ve acz nazarıyla -4- ’deki tevekkül makamına baktırması; ve teselli nazarıyla refik-ı daimisi olan makam-ı recaya baktırmasıdır. Çünkü, korkunç birşeyi gören adam, korku ve hayret içinde kalır, sonra firar etmeye meyleder. aciz olduğu takdirde tevekkül eder, sonra teselli yollarını arar.
Sual : Cenab-ı Hak Ganiyy-i Mutlaktır. alemde bu kadar dalaletleri ve pek çirkin fena şeylerin yaratılışında ne hikmet vardır?
Cevap : Kainatta maksud-u bizzat ve külli ve şümullü olarak yaratılan, ancak kemaller, hayırlar, hüsünlerdir. Şerler, kubuhlar, noksanlar ise hüsünlerin, hayırların, kemallerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz’iyet kabilinden tebei olarak yaratılmışlardır ki, hayırların, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nevilerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vahid-i kıyasi olsunlar.

1 Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun kullarının... ( Fatiha Suresi: 4.)

2 Gazabına uğrayanların değil. (Fatiha Suresi: 7.)

3 Kulluk ederiz. (Fatiha Suresi: 5.)

4 Yardm dileriz. (Fatiha Suresi: 5.)



Hiç yorum yok: