9 Kasım 2007 Cuma

fatiha tefsiri (ahmed hamdi akseki)

FÂTİHA SÛRESİ


MÂNÂSI
Hamd (övmek, övülmek); O, âlemlerin Rabbi, O Rahmân, Rahîm, O, âhiret gününün mâliki
Allâh'ın (hakkı) dır. O'na mahsustur. İlâhi! Yalnız Sana ibâdet ve kulluk ederiz, sade
Sen'den yardım dileriz. Bizi doğru yola hidâyet eyle. Kendilerine bol bol nîmet verdiğin
bahtiyarların yoluna, ki onlar ne azıp sapmış, ne de gazabına uğramışlardır. (Duâmızı
kabul eyle Allâh'ım!)
Tefsir - Bu sûre yedi âyettir. Kur'ân bununla başlar. Buna "Fâtiha, El-Hamdü'li'llâh" sûresi
denir. Beş vakit namazın her rek'atında bu sûreyi okumak vâciptir. Bu bakımdan her namazcı
müslüman, bu sûreyi günde kırk kere, hiç değilse on yedi kere okuyacak demektir. (1) Bu sûre,
bize Allâh'ı sıfatlarıyla bildiriyor. Allâh'a nasıl îman ve ibâdet etmek lâzım geldiğini tâlim ediyor. Bizi
dünya ve âhiret saâdetine götürecek yolu gösteriyor.
Şimdi bu âyetlerin mânâlarını kısaca îzah edelim:
"El-Hamdü; hamd" övmek demektir. Allâh bütün kemâl sıfatları kendisinde toplanmış, eksik
sıfatlardan ârî, her varlığın yaratıcısı olan Vâcibü'l-vücûd'dur.
Rabb, burada Allâh'ın sıfatıdır, yaratıklarını terbiye eden, besleyip büyüten, istediği gibi kalıptan
kalıba geçiren, onlara yap, yapma diye tekliflerde bulunan, bazan sevindiren, bazan korkutan ve
yavaş yavaş yetiştirip kemâle erdiren... Kısaca: Terbiyenin bütün lâzımlarına mâlik olan en
kuvvetli ve en mükemmel bir mürebbî demektir.
Âlemîn = Âlemler; canlı cansız, gördüğümüz ve görmediğimiz bütün varlık âlemi demektir.
Rahmân, burada Allâh'ın ikinci sıfatı olup pek merhametli, sonsuz ve umûmî rahmet sahibi
demektir.
Başka bir deyişle Rahmân; her mevcuda yaradılışının icab ettirdiği gayeye göre bir takım
kabiliyetler veren, şahsının ve nev'inin yaşaması için gereken her şeyi hepsine birden -bunların
isteyip istemediğine, çalışıp çalışmadığına, îmanlı veya îmansız olduğuna bakmayarak- vermiş olan
ezelî, geniş, sonsuz rahmet sahibi demektir.
Binâenaleyh, Rahmân olması bakımından, Allâh'ın rahmeti o kadar geniş ve umûmîdir ki, hiç bir
mevcut onun dışında kalamaz. Âlemde her şeyin ilk olarak varlığı da, varlığın bekâsı da yalnız Allah
iledir. Her şeye varlık veren ve varlığını devam ettirecek nice nice nîmetler bağışlayan O'dur.
Bunları verirken canlıyı cansızdan, îmanlıyı îmansızdan ayırt etmemiştir. Yarattığı her mevcuda,
yaşaması için gereken şeyleri daha önceden vermiştir. Çünkü Allah, Rahmân sıfatiyle muttasıftır.
Rahmân, O'nun Esmâ-i Hüsnâ'sındandır.
Rahîm; çok merhamet edici demektir. Bu da, Allâh'ın üçüncü sıfatıdır. Bu da çok merhametli
mânâsına ise de bu, daha husûsî bir mahiyettedir. Allâh'ın Rahîm sıfatiyle muttasıf olmasından
şunu anlıyoruz ki: Akıl ve iradeye, iyiyi kötüden seçmek kudretine malik olarak yaratmış olduğu
insanlara, Allâh'ın sonraki nîmetleri bir değildir ve bir olmayacaktır. Allâh'ın bu nimetlerine
kavuşmak için her şeyden evvel, insanın iradesini sarfederek çalışması, Allâh'ın gösterdiği yoldan
yürümesi şarttır. Herkes kazancına bağlıdır. Amma Allâh isterse onun bir amelini bin bir mükâfât ile
de karşılar. Bu da Rahîm sıfatının muktezâsıdır.
Mâliki yevmi'd-dîn = Allâh, Din günü'nün Mâliki'dir. Bu da Sûre-i celîlede Allâh'ın dördüncü
sıfatıdır. Din günü, cezâ ve mükâfatın tahakkuk edeceği son gün, yani âhiret günü demektir.
Fâtiha'nın başında "Öğmek, öğülmek yalnız Allâh'a mahsustur" denildikten sonra, Allâh'ın bu
dört sıfatının böylece arka arkaya getirilmesi, en yüksek saygı ile tâzimin, en ciddî bir öğmenin
neden dolayı Allâh'a has olduğunun hikmet ve mânâsını da açıkça göstermektedir. Şimdi mânâ şu
demek olur: "En yüksek hürmet ve tâzim, öğmek ve öğülmek yalnız Allâh'ın hakkıdır.
Çünkü O, Rabbû'l-âlemîndir. Çünkü O, Rahmân'dır, Rahîm'dir. Çünkü O, Din Günü'nün
Mâliki'dir."
"Din Günü'nün Mâliki'dir = Mâliki yevmi'd-dîn" âyet-i celîlesi şunu da haber veriyor ki: Allâhu
Teâlâ insanın yaptığı her iyi işi mutlaka âhirette mükâfatlandırır; fakat günâh işleyenlere de
isterse adı ile muamele ederek cezâ verir, ister lûtfiyle muamele ederek cezâlandırmaz. Çünkü
Allah mutlak Mâlik ve Hâkim'dir, kendisine karşı işlenen bir günahı affetmek hususunda adâlet
kaydiyle bağlı değildir.
İşte Fâtiha'nın ilk kısmında Allâh'ın: "Rabb, Rahman, Rahîm, Din Günü'nün Mâliki" olduğu
böylece haber verildikten sonra böyle bir Allâh karşısında kulun ne yolda hareket etmesi gerektiği
de şöyle tâlim olunuyor:
İyyâke na'büdü ve iyyâke nestaîn = İlâhî! Yalnız Sana ibadet ve kulluk ederiz, ancak
Sen'den yardım isteriz. Bizi doğru yola, nîmetine eren, azıp sapmamış ve gazabına
uğramamış olan o bahtiyarların yoluna hidayet et, o yolda götür."
Fâtiha'nın bu âyeti, insana tam bir istiklâl ve hürriyet rûhu telkin etmektedir. Demek ki: Hakikî bir
mü'min, yalnız Allâh'ına ibadet edecek, yalnız O'ndan yardım isteyecek, başka hiç bir kimsenin kulu
kölesi olmayacaktır. İnsanın, kendisi gibi insanlara kulluk etmesi, kendi gibi bir insanı putlaştırması,
onlardan merhamet dilenmesi insanlık asâletine yakışmayan bir zillettir. Fâtiha'nın bu âyeti bunu
en beliğ, en veciz bir ifade ile telkîn etmektedir.
Bu âyetlerin tertibi de dikkate değer: "Allâh'ım! Yalnız Sana ibâdet ederiz, ancak Sen'den
yardım isteriz" denilmekle Allâh'tan yardım istemenin evvelâ irâdesini sarfederek Allâh'a ubûdiyet
ve kulluğunu yaptıktan sonra olabileceği anlatılmış oluyor. Demek ki, Allâh'ın nîmetlerinden
tamâmiyle faydalanabilmek, O'nun gösterdiği yolda yürümekle olabilecektir. "Yâ Rabb! Yalnız
Sana ibâdet ve kulluk eder ve yalnız Sen'den yardım isteriz" demekle evvelâ O'nun yolunda
yürüyerek çalışacağımıza söz vermiş ve bu çalışmamızda yardım istemiş oluyoruz.
"İhdina's-sırâta'l-müstakîm = Yâ Rab! Bizi doğru yola hidâyet et, ilet."
Bu âyetle bundan sonraki âyet, Allâh'tan isteyeceğimiz yardımın ne olduğunu ve ne için yardım
istediğimizi beyan ediyor, açıklıyor. Bunlardan anlaşılıyor ki: "Allâh'tan istenilecek en büyük
yardım, Allâh'ın nîmetlerine eren mes'ut kimselerin yürüdükleri dümdüz ve dosdoğru
yolu bize buldurmasıdır". Bize o yolu göstermesi ve o yoldan yürütmesidir. Allâh'ın birliğine ve
O'ndan başka ibâdete lâyık bir İlâh olmadığına inanmış olan bir mü'min Allâh'tan daîma kendisini bu
doğru yola hidayet etmesini isteyecektir. Çünkü Allâh'ın nîmetlerinden dünya ve âhiret
saâdetinden kıymetli ve daha yüksek bir şey yoktur. Bunlar da ancak bu doğru yolda yürümekle
elde edilebilecektir. Bu doğru yolun Kur'ân, İslâm ve Peygamber'in gösterdiği yol olduğu
söylenmiştir.
Görülüyor ki, bu âyetler bizi hayat yoluna irşad ediyor, Allâh'ın nîmetlerine nasıl erişebileceğimizi
anlatıyor. İlim, san'at, irfan, medeniyet ve servet, bunlardan hepsi, bu dünyada insanların can
attıkları nîmetlerdendir ve işte bütün bunlar, Allâh'ın gösterdiği doğru yoldan hiç sapmadan
yürümekle elde edilebilecektir; bu âyetlerden anlaşılan hakikat budur. Şimdi Fâtiha Sûresi'nin
genişçe bir meâlini, mânâsını verelim:
"Öğmek, öğülmek, en yüksek saygı ve tâzim, yalnız Allâh'ın hakkıdır. O'na mahsustur. O
Allah ki, görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen, canlı ve cansız bütün varlık
âlemini yoktan var ederek terbiye eden, yavaş yavaş yükselten, besleyip büyüten ve
böylece her şeyi kemâline eriştiren mutlak kudret sâhibidir.
O Allâh ki, Rahmân'dır; çok merhametlidir. Yarattıklarının hepsine şahsını ve nev'ini
muhafaza edecek her türlü kabiliyetleri, varlığını devam ettirebilmek için muhtaç olduğu
her şeyi evvelâ hepsine müsâvî olarak vermiştir. Bunları verirken akıllıyı akılsızdan,
îmanlıyı îmansızdan, çalışanı çalışmayandan ayırt etmemiştir. Her bir mevcut,
istemeden ve kendi çalışması olmadan hayat nîmetine ve o nîmeti devam ettirecek diğer
vasıtalara başvurmuştur.
O Allâh ki, Rahîm'dir; akıl ve irade ile başkalarından üstün kıldığı insanlara, sonraki ve
hele âhiret nîmetlerini herkesin çalışmasına, kazancına, îman ve ameline bağlamıştır.
O Allah ki, dünyada hayır yolunu tutanları âhirette hayır ile mükâfatlandırmak;
buyruklarına aykırı olarak şer yolunu tutanları da cezalandırmak kudretine sahiptir;
âhirette herkesi, dünyadaki ameline göre cezâlandırmaktan âciz değildir. Kendisine karşı
gelmiş olanların günahlarını affetmek de elindedir. İşte Allâh, böyle bir Allâh'tır.
Ey bu sıfatlarla muttasıf olan Allâh'ım! Sen birsin; yalnız Sana ibâdet ve kulluk ederiz ve
işlerimizde ancak Sen'den yardım isteriz. Bizi doğru yola, nîmetine eren, azıp sapmamış
ve böylelikle Sen'in gazabını üzerine çekmemiş olan o bahtiyar ve mes'ut insanların
yoluna hidâyet et, o yola ilet, o yoldan yürüt. (Duâmızı kabul eyle Allâh'ım!)"

Hiç yorum yok: