9 Kasım 2007 Cuma

asım yılmaz tefsiri nde fatiha

1
FATİHA SÛRESİ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ (1) اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمينَ (2) اَلرَّحْمنِ الرَّحيمِ (3) مَالِكِ يَوْمِ الدّينِ (4) اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعينُ (5) اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقيمَ (6) صِرَاطَ الَّذينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَاالضَّالّينَ (7)
M E A L İ:
1-- Rahman ve Rahîm olan ELLAH’ın adıyla. 2-- Hamd, Âlemlerin Rabbi olan ELLAH’a hastır. 3-- O, öyle ELLAH’tır ki, Rahman ve Rahîm'dir. 4-- Din gününün sahibidir. 5-- Ancak ona ibadet olur ve ancak ondan yardım istenir. 6-- Sıratı mustakime irşad ve hidayet eden O’ dur. 7-- Öyleyse ondan: Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna gitmemizi, heva ve hevesine uyarak gadabına çarpılanların yoluna gitmememizi dileriz. ÂMİN…
M E R A M I:
İsmi ELLAH olan zat Rahman ve Rahîm'dir. Rahman ve Rahîm olmayanın ismi ELLAH olamaz. İsmi ELLAH olmayan dünyada tüm canlıları bakıp besleyemez. Tüm canlılara merhamet edemeyen de, kimseyi öldüremez ve öldürdükten sonra diriltemez. Haliyle diriltip sadece mü'minlerine ikram edemez. Öyleyse o ELLAH, öyle ELLAH’tır ki, Rahman ve Rahîm'dir. Öyle ELLAH’tır ki, Hâlık ve Razık tır; O öyle ELLAH’tır ki, ondan gayrı İlâh, Rab yoktur. İlâh, Rab, Razık ve Hafız olarak, sadece o ELLAH vardır.
Resullerinin tümünü temsilen ancak ve sadece son Resul ve Nebisi olan Muhammed Mustafa (A.V.S) vardır. Öyleyse o ELLAH’a Hamd olsun. Çünkü Hamd, âlemlerin Rabbi olan ELLAH’ tandır. Âlemlerin Rabbi olan ELLAH’a Hamd olsun. Güven, minnet, şükür, teşekkür, itaat ve ibadet ancak ve sadece ona olur ve ona olmalıdır. Çünkü o ELLAH, Rahman ve Rahîm'dir. Yani huzuru, refahı veren sadece odur. Çünkü O Rahman'dır. Rahman sıfatı o sıfattır ki, halk ettiği canlıların her ihtiyaçlarını, vasıtalı, vasıtasız temin eden sıfattır. Hem Rahman sıfatı o sıfattır ki, âhiret'te vazifesini Rahîm sıfatına devredecektir. Öyleyse bu dünyada ELLAH'tan başka, İlâh, Muhammed Mustafa (a.s.v.) dan başka ve Halifesinden başka, imam edinmeyenlere ELLAH âhiret de Rahîm sıfatı ile in’am ve ihsan edecektir.
Çünkü din gününün, yani hesap, ceza ve mükâfat gününün, Maliki, Hâkimi bilakaydu şart odur. Öyleyse ondan gayrı ilâh olup, bulanlar, Resulünden ve Halifesinden gayrı imam bulanlar, şüphe yok helak oldu, helak oldu!
Evet, helak oldu, çünkü Hamd zatı ile daim ve kaim olan ELLAH'dan gayrisine, Rahman ve Rahîm olan ELLAH'dan gayrisine, din gününün Hâkimi olan ELLAH'dan gayrisine raacı olamaz. Ama raacı olmaması için, ELLAH'dan gayrilere ve Resulünden gayrilere ve Halife’i Resulden gayrilere, itaat edilmemelidir.
Çünkü sadece ELLAH’a, Risâletin talimi ile Halife’i Resulün emri altına olarak kulluk edenleri, o ELLAH dosdoğru olan yola hidayet ve irşad eder. Böylece bu Mübârekler Rahmeti Rahmana ereler. Evet, sadece ELLAH’a itaat, ibadet edenleri ki, bu mutiler her iş ve her zamanlarında, sadece ama sadece ELLAH'tan yardım isteyenlerdir. Gelen yardımları sadece ELLAH'tan bilenlerdir. İşte ELLAH bu Mübârekleri sıratı müstakimden yani zatına varan yoldan bir an ve bir zerre ayırmaz...
İmdi ELLAH, Sıratı müstakim ismi ile zatına varan yolu Resul ve Nebilerine in’am etmiştir. Çünkü Resul ve Nebi'ler ELLAH’ın gadabına bir an ve bir zerre uğramış değillerdir. Öyleyse sadece ELLAH’a itaat edip, sadece ELLAH'tan yardım bekleyenler ve sadece ondan yardım isteyenleri, O ELLAH bu muti kullarını Risâlet'e ve Halifesine bi’at verip tabi oldukları için, Resul ve Nebilerine ihsan ettiği doğru yola, bu muti kullarını da ulaştırır. İmdi ELLAH sıratı mustakimi kime ihsan ederse, onları şekavet ve dalalet yollarından ve bu yolları yol edinen zalimlerin şerrinden, yollarından, tebşirlerinden ve tehditlerinden korur; Hâkimiyetlerinden korur. O zalimlerin hâkimiyetlerinin esaret olduğunu bunlara ifham eder. Böylece dalalete sapanların yollarından Mümin ve Müslimlerini ELLAH korur. ÂMİN.

V E İ Z A H I:
Lisanımızın alışa gelmiş olduğu --HAMD OLSUN-- cümlesini telaffuz ettiğimizde, şöyle demiş oluyoruz: Tam ve tekmil olan rahat, zerre bir engeli ve eksiği olmayan rahat ancak ELLAH’a hastır. Oysa ELLAH’ın rahata, feraha ihtiyacı yoktur. Çünkü hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Öyleyse o ELLAH’ın, böylesi kelimelere, medhlere ihtiyacı yoktur. Çünkü sena ve medhler onun zatı ile birlikte daimdir. Evet, o ELLAH (c.c) hiçbir şeyden âciz değildir. Âciz olmayınca hiçbir şeye muhtaç olmamış oluyor. Ama Evet, biz onun kulları âciz olduğumuz için her şeye muhtacız. Her şeye muhtaç olduğumuz için ELLAH’ın rahmetine, yardımına ve affına ve nimetlerine muhtacız. Zira o ELLAH (c.c) bu ve bu gibi nice ihtiyaçlarımızı temin etmezse, biz kullar bir nefes alamayız. Bir yudum su bulamayız, bulsak içemeyiz, su içtikten sonra fazlasını bevledemeyiz. Demek bütün bu nimetleri insanlara ulaştıran, kolaylaştıran ve bu nimetlerle feraha kavuşturan Rahman olan ELLAH’tır. Öyleyse Hamd’ın ve şükrün esası ELLAH’ı Rahman bilmektir. Yani ELLAH’ı hiçbir şeye muhtaç bilmemek şükrün esasıdır. Ne var ki, ELLAH’ı böyle bildiğimizi kimseler bilmeyebilir işte, nimetleri ELLAH'tan bildiğimizi civarlarımıza bildirmek için: ELHEMDULİLLAHİ REBBİL ALEMİNE dememiz Vâcıb oldu. Çünkü böyle demeden nimetleri ELLAH’ın vermiş olduğuna inananlardan olamayız. Öyle ise: ELHEMDULİLLAH dediğimizde şöyle demiş oluyoruz: Bizleri sıhhate, servete, nimete, izzete, imana, İslama, Risâlete ve hidayete ulaştıran sensin sen!
Bunu böyle bilerek, kim ELLAH’a çok şükrederse onun nimeti şükrüne orantılı olarak artar. Hem şu da biline ki, ELLAH’a Hamd etmeyen bir canlı yoktur. Şayet ELLAH’a muhtaç olmayan bir canlı varsa o ELLAH’a Hamd etmez ve etmesin. Ama öyle bir canlı yoktur. Mademki ELLAH’a muhtaç olmayan bir varlık yoktur, öyleyse aman dikkatli olalım da, Rabbimizden gayrı yönlere ve Rahman gibi görünenlere gönlümüzü, gözümüzü, ilmimizi ve itaatımızı kaydırmayalım. Hem kaydırmamamız için, ELLAH (c.c) insan ve cinleri şaşmaz ve şaşırtmaz olan bir nizama Ulûhiyyetiyle, Ulûhiyyeti adına dâvet etmektedir. Bu nedenle içimizden birine Risâletin tacını giydirmiştir. Onun vasıtası ile biz insanlara, tüm semâvi kitablara havi olan bu Kur'ân'ı göndermiştir. Rabbimizin bu nimetine peşinen ELHEMDULİLLAH diyelim.
ELHEMDULİLLAH dedikten sonra bilelim ki, ELLAH insan ve cinleri Risâlet'e ve Kur'ân'a uymaya icbar etmedi. Sadece hür irade sahibi olan insan ve cinlere Risâlet'e ve Kur'ân'a uymaları için dâvet verdi. Kabul edip etmemede dâvet olunanları muhayyer bırakmıştır. Ama insan, ELLAH’ın verdiği şu nimetleri düşünebilse kendini ELLAH’a, Risâlet'e ve Kur'ân'a teslim etmeye mecbur addeder: Hür ve serbest kıldığı insanları ELLAH dünya hayatlarının devamı, kıvamı, sefası için insanları erkek ve dişi olarak iki cins yaratmıştır. Yarattığı bu iki cinsin hayatları için gece, gün ve yağmur vermiştir. O yağmur ile toprağı nemlendirmiştir. Böylece insanları, canlıları rızıklandırmıştır. Rızıklandırmak için insana bir istek ve iştah vermiştir.
ELLAH’ın verdiği tad ile ELLAH’ın nimetleri tadılınca insan sıhhate ve huzura kavuştu. Demek şüphe yok o ELLAH Rahmandır. Madem Rahmandır Rahmanın Dâvetine icabet etmemiz için muhayyer olmadığımızı bilelim: Bizi bu Dâvette muhayyer bırakan zatın, burada bir mekrinin ve bir imtihanının olduğunu bilelim. Çünkü ELLAH dileseydi Dâvetinin dışına kimse çıkamazdı. Demek o ELLAH bizleri arzu ve isteklerimizle, irademizle ve hürriyetimizle teslim almak istiyor. Yani kendimiz kendi arzumuzla, bize verdiği hür irademizden, hür irademizle vaz geçmemizi istiyor. Çünkü Evet, İmân ettikten sonra yani Risâlet'e ve Halifesine teslim olduktan sonra, müminde muhayyerlik yoktur. ELLAH nimetlerini şartsız olarak her canlı için bu dünyada enisu yoldaş etmiştir. Bu nedenle her yerde, her dilde, her işte, her sözde, her an övülen, sevilen, sayılan ELLAH’tır. Her dilden anlayan, her canlının imdadına yetişen ELLAH’tır.
İmdi zatı kibriyası ile beraber, Rahman ve Rahîm sıfatlarını zikredip insanları saadete dâvet eden ELLAH, Ulûhiyyeti ve Rububiyyeti için Rahman ve Rahîm sıfatlarını tekrar etmektedir:
--O öyle ELLAH’tır ki, Rahman ve Rahîm olan ELLAH’tır.-- Yani: Rahman ve Rahîm olan biz ELLAH, sizlere bunca rahmet ve nimet vermesine rağmen, bunca âyetlerin okunmasına rağmen ve okunan âyetler Resulümün fiili ile bilinmesine rağmen, sizler o Rabbiniz olan ELLAH'tan gayrı çeşitli nam ve unvan ile Rahmanlar ve Rahîmler nasıl olurda edinirsiniz? Edindiğiniz Rahmanları, İlâh ve Rab da edinirsiniz? Öyle davranır ve öyle konuşursunuz? Haliniz böyle olunca ki, böyledir öyleyse sizin hamdınız, şükrünüz bize ulaşmaz ve ulaşmıyor. Sadece edinmiş olduğunuz ilâhlara Rahman deyip Hamd ediyorsunuz o kadar! Çünkü Risâletin mektebinde, Resulümün sünnetinde ve Halifesinin emrinde değilsiniz. Yahudi ve nasaraların yolunda olan amirlerin emrinde olarak yapılanlar, söylenenler bize ulaşmaz. Siz ey Müminler! Din başka dünya başka demekle ve İmân başka idare başka demekle sadece Resulümün yerleştirmiş olduğu islami düzeni ve Halifesini ılga ettiniz. Onların yerine kendinizi şeytan'a, yahudi ve nasaralara halife atadınız. Ve kendi düzen ve dininizi hâkim ettiniz. Ama dini dünya'dan ayıramadınız sadece siz benim dinimden ayrıldınız o kadar.
Evet, tüm bu denlü inkâr, isyan ve şirkinize rağmen, biz size dünyada rahmet, Rızık veriyoruz. Çünkü biz Rahman olan ELLAH’ız. Lâkin:
--MALİKİYEVMİDDİN-- Din gününün sahibi, maliki, hâkimi biziz. Öyleyse yaşadığınız bu dünya hayatından hemen sonra gelecek olan âhiret'in hayatında, sizin iradeniz, hürriyetiniz, saltanatınız, makamınız, maaşınız ve emlakınız olmayacak, bunlar elinizde olmayınca bana karşı ne ortak olabileceksiniz, ne de bir ortak bulabileceksiniz. Sadece kuzu gibi bana yöneleceksiniz, benden af, rahmet bekleyeceksiniz. Dünya hayatında Risâletten ayrılıp bana ortak olmanızın ve ortak bulmanızın hesabını vermeye mecbur kalacaksınız. Rızkınız kimin tarafından size verildiğinin hesabını vereceksiniz. Bir senelik yolu iki saatte almanızın, hatta rüyanızda dahi göremediğiniz yerlere, işlere, fenlere ve tekniklere ulaştığınızın hesabını vereceksiniz. Çünkü ben size, mülkün maliki olduğumun haberini vermişim. Evet, işte MALİKİYEVMİDDİN’in manası budur, bunlardır.
Öyleyse ey insanlar! İmân edelim. Ve öyleyse ey Müminler! Tağutun, putun, yahudi ve nasaraların izlerini, fikirlerini, hükümlerini, örf ve adetlerini kalben, kavlen ve fiilen terk edelim. Da, Risâlet'e, Halifesine ve Şeriatına dönelim. Böylece ELLAH’a dönelim. --FEFİRRU İLELLAH-- Yani ELLAH’a firar edelim. ELLAH’a firar etmek için şöyle diyelim: Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım bekleriz.
Yani bu dünya hayatından sonra gelecek olan hayatımızda yukarıda ifadesi bulunduğu gibi hiç ama hiçbir şeyimiz olmayacaktır. Tüm ihtiyaçlarımızın temini için sadece ihlâsla ELLAH’a teveccüh edeceğiz. Öyleyse, ha şimdi bizlere verilen irademizle, hürriyetimizle, saltanatımızla, malımızla, ilmimizle Evet, akla gelen her şeyimizle Risâlet'e dönerek ELLAH’a itaat etmeye çalışalım. Yapacağımız itaat hususunda karşılaşılan zorluklara karşı, sadece ELLAH'tan yardım isteyelim. Ne var ki, sadece kelimesini telaffuz etmekle, ELLAH’ın yardımı celb olunmaz. ELLAH’ın yardımı ancak, Risâlet'e uymakla ve Risâletin emri ile emri altında olan bir imama biat verip cemaatleşme ile ELLAH’ın yardımı celb olunur. Ve ELLAH’ın yardımı böyle bir cemaate hicret etmekle celb olunur. Evet, böyle edenler ancak ELLAH’a itaat etmiş olur ve ancak yardım görenler bunlar olur.
Aksi halde: --İYYAKENAĞBUDU VE İYYA KENESTEĞİN-- demekle sadece ELLAH’a itaat edenlerden ve sadece ondan yardım bekleyenlerden, yardım isteyenlerden olamayız. Çünkü ELLAH’ın kanun ve kurallarının bazılarını tağut tebdil etmiştir. Bizlerde o tebdil olunan sahalarda Tağuta uyup, sevip itaat ettiğimiz içindir ki, sadece ELLAH’a ibadet edenlerden olamıyoruz ve sadece ondan yardım isteyenlerden olamıyoruz. Neden mi? Çünkü böylesi ibadet ve istekler VAHDANİYET’in dilinde şirktir. Failleri de müşriktir. Çünkü ELLAH’a ibadet ederken, ELLAH’ın yanı başında ikinci büyük olan Tağuta da, itaat etmek vardır. Tağut ki, ELLAH’ın hükümlerinin ana hatlarını tebdil etmiştir, öyleyse bu zalime itaat edenler de, müşrik olmuştur. Çünkü Evet, Tağuta itaat etmekle müşrik olan bu güruh, şayet kendilerinin Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe yani mümin olduklarını demişlerden olmasalardı, müşrik olmazlardı da, sadece münkir olduklarına hükmolunurdu.
Şimdi şirk hususunda verilen bu Hüküm edebiyatla ve yorumla değişmez. Niyetim, niyetimiz öyle değil demekle hiç ama hiç değişmez. Çünkü ELLAH’ı, ELLAH ismi şerifi ile bilmek onu bilmek değildir. Çünkü böylesi bilgi ile yani sıfatsız mücerred ELLAH’ı bilmek ile yapılanlar sadece ELLAH’a ubûdiyyet olmayıp. ELLAH’ın Hükümlerinin bir kısmını ılga eden Tağuta da itaat olur. Böylece hem ELLAH'tan hem tağut'tan yardım istemek kendini gösterir. Öyleyse ancak, sadece ELLAH’a ubûdiyyet etmek için yani müşrik olmamak için ELLAH’ın sıfatlarının görünümünde olan birçok heyulaları yani tağut'u devreden çıkarmak ve Tağutun ruhsatı ile ELLAH’a kulluk etmek için dâvet verenleri yani Âlimleri, Âbidleri, Şeyhleri, Mürid, Mücahidleri ve Talebeleri devreden çıkarmak farzdır. Aksi halde şirkten maada bütün yollar kapalıdır.
Çünkü ELLAH'tan gayrı Rabler, İlahlar, Hafızlar ve Razıklar vardır. Bu zalimlerin hepsi kendi sahalarında Ulûhiyyeti dava edenlerdir. Bu zalimlerin en şerlisine gelince şunlardır: Tağutun ruhsatı ile ve Tağuta memur, muin olmak suretiyle Cenneti pazarlayanlar, Tağutun ruhsatı ile Âlim, Âbid, Şeyh, Mürid, Mücahid ve Talebe olanlar, yerde sürünen canlıların en şerlisidir ve en adileridir. Çünkü bu heyulalar sadece ELLAH’a itaat etmeye ve sadece ELLAH'tan yardım istemeye manidirler. Ha cin ve ins ten olan bu engellerin aşılmasını soranlara deriz: Hicret ile Medine’i Münevvere de tahakkuk ettirilen İslam cemaati gibi bir cemaatin tahakkuku ile o engeller aşılır. Beyân edilen bu engeller aşılmadan İmân, İslam ve ELLAH’ın rızası muhaldir. Çünkü Medine'de teşkil edilen İslam cemaati ELLAH’ın rızasıdır ve yolun doğrusudur. Yani --İHDİNESSIRATELMUSTAKİM-- dir. Bu cemaat şeriksiz olan ELLAH’a şirksiz İmân ve amel etmenin yoludur. Bu yola girerek şeriksiz olan ELLAH’a şirksiz İmân ve amel edebileni, o ELLAH doğru yola hidayet eder. Yani imanını ve amelini kabul eder. Öyleyse İmân, Medine'de teşkil edilen cemaat gibi bir cemaati teşkil etmeye amirdir ve cemaati teşkil etmek için hicret etmeye amirdir İmân.
Mademki, İmân cemaate ve hicrete amirdir, öyleyse Tağutun gölgesinde itaat ehli olarak Âlim, Âbid, Şeyh, Mücahid, Talebe ve Mürid olarak ELLAH’a: Sen bizi doğru yola hidayet eyle demekle ve her gün kırk kez böyle yalvarmakla kimse ELLAH’ın hidayetini, irşadını celb edemez. Çünkü batıl yolun içine ve batıl imamın emrine durarak hak yol ve hak imam bulunmaz. Bulunmayınca, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna bu musalliyi irşat etmez ELLAH (c.c.). Çünkü kendilerine nimet verilenlerin yolu Risâlet, Hicret ve Bi’at yoludur. Öyleyse bu yola girmek için ELLAH’a namaz vasıtasıyla niyaz edenler mutlaka Risâlet'e yani Halife’i Resule uymalılar. Uymak için hicret etmeliler ve cemaatlerini kurmalılar. Çünkü kendilerine nimet verilenlerin yolu elle tutulan, gözle görülen bu cemaattir.
İmdi günde kırk kez namazımızda: Ya Rabbi! Bizi doğru yola irşad eyle derken, bizleri Medine'de bidayette teşkil olunan cemaat gibi bir cemaate ulaştır demiş oluyoruz. Yada ey Rabbimiz! Ulaşmış olduğumuz bu cemaatimize karşı bizleri riyadan, nifaktan ve itaatsızlıktan koru demiş oluyoruz.
Evet, imanımızın amir olduğu bu mana gereği şayet: Kendilerine nimet verilenlerin yoluna giremezsek, yani Resulullah'ın ve Eshabın yoluna giremezsek heva ve hevesine uyarak Gadabullah’a uğrayanların yani tağut ve avanesinin, Âliminin, Âbidinin, Şeyhinin ve Mücahidinin yoluna girmemiz için ortada hiç ama hiç bir engel yoktur ve kalmaz. Her ne kadar günde kırk kez: Bizi bu zalimlerin yolundan muhafaza eyle desek de, ELLAH’ın gadabına çarpılanların yoluna itaat ehli olarak girmeye mecbur kalırız. Çünkü imam ikidir, biri: Risâlet yani Resulullah’tır. Öbürü ise tağut'tur. Yani heva ve hevesine uyarak milleti yönetip yönlendirendir. Bu zalimlerin başını çeken de, şüphesiz yahudi ve nasaralardır.
İmdi insan şayet İmân etmezse ve ettiği imanı ile kendisine nimet verilenlerin yoluna girmese, her şeyi secdesi de dâhil Tağutun hesabına yazılır. Yani Tağutun kulu ve askeri olarak yazılır. Öyleyse ELLAH’a kulluk ve İslama hizmet, Gadabullah’a uğrayanların ruhsatlarıyla olur diyenlerden ELLAH’a sığınalım. Cihad ismiyle Tağutun mevduatına uyandan ve uymaktan ELLAH’a sığınalım. Çünkü Gadabullah’a uğrayana hem lanet eyle, hem de ruhsatı ile cihad eyle. Hem de memurunun ardında Cum'a, cenaze, cemaat, bayram, nikâh ve talâk’ı eda eyle. Haliyle bu geminin yürümesi için, ölenlerine şehid oldu de.
İşte bu zalimlerden ELLAH’a sığınalım. Aşkı İmân, aşkı İslam için küfür sözünü söylemekten ve amelini işlemekten ELLAH’a sığınalım. İbrâhim (a.s.) ın tevhidine uymayan tevhid’den ELLAH’a sığınalım. Çünkü İbrâhim --Linnasi imama’dır--Yani İbrâhim kalben, kavlen, fiilen Tevhidullahın imamlığına ilanen atanmıştır. Ki, o İbrâhim (a.s.) hiçbir an tağut'tan izin alıp ona yemin verip ELLAH’a ve onun dinine hizmet etmeye yönelmedi. Hiçbir zaman saygısını ifade eden vaziyet almadı. Bu işleri hiçbir Nebi ve Resul ve Eshabı yapmadı.
İmdi hiçbir Nebi ve Resulün yapmadığını yapacaksın, badehu kendilerine nimet verilenlerin yoluna geçeceksin öyle mi? Hayır, Çünkü sen Gadabullah’a uğrayanların yolunda ve emrindesin. Öyleyse bizler yani bu izahları ve meramları kabul edenler, sizlerden ve avanenizden ELLAH’a sığınırız. Rabbim bizi kabul eyle. ÂMİN.
İmdi Kur'ân'ı ve Kur'ân'da mündemiç olan bu yedi ayeti bizlere veren ELLAH’a Hamd olsun; Bu yedi ayeti ile hakkı ve batılı bizlere şerh eden ve şerh ettiren ELLAH’a Hamd olsun. Ve bu yedi ayeti, Emri NAMAZ ile dilimizden düşürmeyen ELLAH’a Hamd olsun. Okuyup dinleyenlere ve itaat edenlere Mübârek olsun.
Hamd, âlemlerin Rabbi, İlâhı, Hafızı, Razıkı, Rahman ve Rahîm olan ELLAH’a mahsustur. ELLAH’a Hamd olsun. Hamd bitmeyen hazine ve tükenmeyen aatadır.

VEL HEMDULİLLAHİ REBBİL ÂLEMİN
AMİN.

Bakara sûresi ve âyetleri medeni’dir. Medeni’nin ne demek olduğunu soranlara deriz: İmân edip hicret eden ve mümin cemaat olarak ELLAH’ın hükümlerini kabul eden bir islami hükümetin dünya ve âhiret hayatı için yapacaklarını Beyân eden ilahi emirler demektir medeni âyet ve medeni sûre... Evet, temel yasa ve açık hüküm demektir medeni âyet ve medeni sûre...
Öyleyse medeni âyetlerin mana ve mefhumlarını, sıyak ve sıbaklarını anlayabilmek için, medeni bir cemaatin içine yani Dar’ül İslam olan bir hükümetin emrine olmak lazımdır. Zira Evet, mekki bir toplumun yani Dar’ül harp olan bir hükümetin emrinin altına olarak medeni âyetlerin hakkında, malumat vermek hemen hemen imkânsızdır. Çünkü masayı, masanın başına tarif etmek başkadır ve planı başına tarif etmek daha başkadır. Biz ise masayı, planı başına tarif etmeye yöneldik. Ne var ki, bu tarifi yapmak ve dinleyip anlamak hayli zordur. Bu zorluğa rağmen bu âyetlerin esasına hiç yaklaşılmadı söylenmesin.
Çünkü bizler Dar’ül Harpte olarak bu âyetleri tekrar Dar’ül İslama temel yasa yapmak için böyle izah etmeye ve böyle meramlandırmaya mecburduk ve mecburuz.

Hiç yorum yok: